13 Kasım 2008 Perşembe

Taşındık, artık yeni mekanımıza bekleriz efendim


Her şey bir rüya ile başladı. Yazma ile ilgili bir rüya. Bana ilham veren, yol gösteren bir rüya oldu. Ama "nasıl, ne hakkında", derken 2002 yılından bu yana merak ettiğim, hobi şeklinde takip ettiğim konu geldi aklıma. "Kişisel Markalaşma". Dikkat lütfen, kişisel gelişim değil. Ve tabi 2002 yılında Turkcell intranetinde "Marka Sizsiniz, Reklamınızı Yapın" başlığı ile yazdığım amatör yazı geldi aklıma.

Bu bloğu açtım. Önce bu kültürü içime sindirmeye çalıştım, okudum, araştırdım ve hala da devam ediyorum. Hedefler koydum ama hırsımın pençesinden kurtularak. Aslında iflah olmaz bir girişimciyim ama bu defa daha farklı bir planım var. Öncelikle hem kendime hem sizlere faydalı olmaya çalışmak. Bu faydanın yüzdesi ileride projenin sonucunu belirleyecek.

Uzatmadan, artık yazılarımı bu sevgili bloğuma değil http://www.markasizsiniz.com web sayfama ekleyeceğim. Orada daha fazla ve farklı içerikler bulacaksınız. Yaşamınızdaki marka insanları da anlatabileceksiniz. İleride, kişisel markalaşmanız için size yardımcı aplikasyonlar bile düşünüyorum. Tabi ki gerekli talebi görürsem. Yoksa kendime saklayacağım :)

Buradaki içeriğin aynısı web sayfamızda da olacak. Aynı blog sadeliğinde ve kullanımı kolay.

Beni şaşırtan bir ilgi oldu. Herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Artık http://www.markasizsiniz.com'a bekleriz efendim.

Saygılarımla.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Algılarımız, sınırlarımızdır.


Zaman ve mekan algımızın bir ölçüsü var. Bu ölçü her birimizde farklıdır. Düşünme, karar verme, uygulama aşamalarında dahi belli kalıplar kullanırız. Çocukluğumuzdan bu yana bir şeyler bize sayılı boyutlarla anlatılır, öğretilir. Bunların hepsi sınırlarımızdır. Bu sınırları aşabilmek, doğuştan üstün özelliklere sahip ya da kendini fazlasıyla geliştirmiş kişilere nasip olur.

Belli kabiliyetlerimiz var ama biz daha fazla başarı istiyorsak yanılırız. Önemli olan bu kabiliyetleri doğru iş alanlarında kullanmak ve sürekli geliştirmeye çalışmaktır. Şans, kısmet deriz ya, kadere inansak da inanmasak da şunu biliriz ki, doğru “yer, zaman ve kişi” üçgeni birleştiğinde bu kısmetler bizi bulur. Çok az örneği vardır ki, tembel, iki kelimeyi bir araya getiremeyen, düşünmekten aciz insanlara fırsat kapıları açılsın. Eğer bir şekilde o fırsat kapısı denk geliyor ve kişi o kapıdan girerek verimli bir şekilde değerlendiriyorsa işte bu gerçekten şanstır. Ya da “yürü ya kulum” denmiştir yaygın bir tabir ile.

Gelin yaşamımızdaki bazı kategorileri nasıl algıladığımızı ele alalım. Örneğin şunları düşünüyor muyuz?

- Kendi dilimiz yerine hava atmak için yabancı kelimlere kullanıyorsak gelecek nesilleri nasıl bir tehlike bekler?

- Tarih bilincini sadece bir ders, bir sınav aracı gibi düşünürsek ve en azından belli noktalarını öğrenerek, ders alarak çocuklarımıza doğru şekilde anlatmazsak ne olur.

- Internet, sosyal medya, “reputation” v.s. diyerek aslında kendimizi oyalayarak hedef algımızı bilmeden sulandırıyorsak ne olur?

- Zamanı, mekanı, yaşamdaki tüm olayları ve araçlarını nasıl algılıyoruz? Tüm bunları lehimize mi aleyhimize mi kullanıyoruz?

- Kalbimizin de, nasıl beyin gibi düşündüğünü hiç araştırdık mı?

- Tecrübelerimizi neden unuttuğumuzu ve aynı hatalara nasıl düştüğümüzün nedenlerini daha derinlerde aradık mı?

- Biz ve öteki algısının toplumları hangi facialara sürüklediğini kavrayabildik mi?

- Yönetmek ile hakim olmak arasındaki farkı anlayarak, iş ve özel yaşamımızda uygulayabiliyor muyuz?

- Günlük yaşamda renk, ses, koku, resim v.s. gibi duyularımıza hitap eden her şeyin algımıza, düşünce sistematiğimize hangi perdeleri çekmiş olabileceğini biliyor muyuz?

- Çocukluğumuzda nasıl bir eğitim aldık ve şu andaki problemlerimizi hangi yöntemlerle çözüyoruz? Yoksa yaşamı günü birlik mi zannetttik, tedbirler almadık mı hala?

- Düşüncelerimizin bize nasıl şekil verdiğini, ısrarla yaptığımız her hareketin bizde nasıl karakter refleksine dönüşeceğini fark ettik mi?

Son olarak annemizin rahminde yaşamımız başladığı andan itibaren algıladığımız her şeyin bizi aslında sınırladığı, etrafımıza duvarlar ördüğü, gerçeği gizlediğini anladık mı? Hadi anladık diyelim bu duvarları yıkabilimek, aşabilmek için kaçımız yaşamımızda radikal değişikliklere gittik?

Yoksa siz de benim gibi emeklilik, ya da hep sonraya ertelenen çözümlerin hayalleriyle mi yaşıyosunuz !

Hayat, hayatın içinde o da bir evren gibi uçsuz bucaksız olan “insan” da gizli.

Saygılarımla.

11 Kasım 2008 Salı

Kişisel Markalaşma Sunumu


Merhaba, her ne kadar yeni dönem trend sunumlar gibi olmasa da, "kişisel markalaşma" konusunda size fikir verecek sunum şu linkte bulunmakta.

Yorumlarınızı beklerim.


10 Kasım 2008 Pazartesi

Yatalım ameliyat masasına !

Bu blogu ziyaret edenler bana kızıyorlar mı bilmem. Ama genelde kötü şeylere vurgu yaparak iyiliği, güzelliği ön plan çıkarmak gibi yazı kurgularım var. Belki de algıyı bozmaya çalışıyorum. Ne kadar başarılı oluyorum bilmem. Bugünlerde yine bir yazı yazayım diye niyetleniyorum ama ülkemiz insanına bakarak çok kötümser fikirlere kapıldığım için bırakıyorum. Neyse, sonunda böyle bir giriş yaparak yazmaya karar verdim.

Hemen konuya gireyim. Ya sevgili arkadaşlarım, saygıdeğer büyüklerim; klişe bir söz vardır ya “biz ne zaman adam oluruz” diye. Gerçekten merak ediyorum, ne zaman?

- Yaşam, insanlık, akıl, kalp, algı, düşünce, bilinç v.s. kavramlarını araştırmadan boş boş konuşmalar.

- Yönetici diye zorbalıkla, kibirle çalışanına karşı hakimiyet kuranlar.

- Tarihten nefret derecesinde uzak olup da geleceğe şekil vermek isteyenler.

- Geçmişin ve geleceğin, evrenin özü olan insanda çekirdek gibi saklı olduğunu anlamayanlar.

- İşini iyi yapmayarak, gelecek nesillerin ekonomilerine balta vuranlar.

- Standart, plan, uygulama, vizyon gibi kavramları es geçerek sadece cebini düşünenler. Ve bu tipleri mecburen besleyen bizler.

- Çocuklarımızın anne karnından başlayarak neler neler öğrendiğini ve sonra bunları nasıl tek tek uyguladığını fark edemeyen ve davranışlarına çeki düzen vermeyen anne babalar.

- Lafla peynir gemisi yürütmeye çalışanlar. Sonuç başarısız olunca da bahane stüne bahane sunanlar.

- Ne Avrupa, ne Amerika, ne Avusturalya v.s. kültürlerden kopya bile çekemeyenler.

- Kendi insanını, medeniyetini, kültürünü hor görerek farklı kalıplara yerleşmeye çalışanlar.

- İnternet, mobil sektörlerde dünya fırsatlarını gözlemleyen, projeler üretenlere kayıtsız kalan, bir de arkasından ileri geri konuşanlar.

Ve son olarak, bu gibi yazıları, ticari düzenbazlık gibi algılanan “kişisel gelişim” kategorisine alarak ağzına geleni söylenler.

Kuzum Allah aşkına neyimiz var bizim. Hangi genimizde saklı bu tembellik, kör cehalet, saygısızlık, sevgisizlik. Yatalım ameliyat masasına her birimiz ne olur. Aldıralım cerrahlara bu kötü genleri, ilgili ne organik yanımız varsa hepsini.

Cerrahlar kim olacak peki !

6 Kasım 2008 Perşembe

Neden ben ?

Wimbledon’ın ilk zenci şampiyonu efsanevi tenisçi Arthur Ashe, kan naklinden kaptığı AIDS virüsü nedeniyle ölüm döşeğindeydi. Hayranlarından birisi sordu: “Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?” Arthur Ashe cevap verdi: “Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenişçi olur, 50 bini yarşmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4’ü yarı finale, 2’si finale kadar kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya “neden ben?” diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken Tanrı’ya nasıl “neden ben” diye sorabilirim. Mutluluk insanı tatlı yapar, başarı ışıltılı. Zorluklar ise güçlü… Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazi… Tanrı’ya asla “Neden ben?” diye sormayın. Ne olacaksa, olur…

Başarılı olan insanların bir çoğunun, kazanılan başarıdan sonra içine düştüğü kötü bir yanılgı vardır… “Hayatın, elde edilen başarıdan dolayı insana borçlu kalması” durumu. Bu nedenle bir çok başarılı olmuş insan, geçmişe takılıp kalır ve bir ilerleme gösteremez. Bir aşama öteye atamaz kendisini.

Bunu ben de yaşıyorum bazen. Oldukça parlak ancak “geçmişte kalmış” bir geçmişim var diye, ulaşabileceğim bir sürü yeni başarıdan kendimi mahrum ettiğimi düşünüyorum.

Ve daha sonra, mahrum olduğum her başarının ardından soruyorum; “Neden olmadı? Neden ben? Başkası bunu yaptıysa ben neden başaramadım? Nedir benimle alıp veremediğin?” Oysa tıpkı yukarıdaki öyküde Arthur Ashe’nin dediği gibi, başardığım zaman dönüp, “Neden Ben?” diye sormamıştım hiç bir zaman. Çünkü istemiş, onun için çalışmış, daime iyi niyetimi korumuş ve başarıya ulaşmıştım.

Aynı tenis dünyasında olduğu gibi, içinde bulunduğumuz her sektör için binlerce hatta bazen milyonlarca kişi, bir şeyler yapabilmek adına çalışmaya başlar. Yol ilerledikçe, bazen kişilerin hedeflerine, bazen kişiliklerine, bazen de yolun koşullarına göre sayı giderek azalır. Yolun başında yola çıkan kişilere “başarılı olmak istiyor musunuz” şeklinde bir soru sorulsa, belki %90’ı “Eveeeet” diye yanıt verecektir ancak bunların yanlızca %10-15 kadarı başardığını görebilecektir. İyi niyet ile, çok çalışarak yolu tamamlayanlar, ne yolun başında, ne de yolun sonunda, Tanrı’ya dönerek “Neden Ben” diye sormayacaklardır…
*** Tuncay Tuncer'in kişisel sayfası olan www.tuncaytuncer.com dan alınmıştır. Teşekkür ediyoruz.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Bence hazırsınız;

Yaratıcı, innovatif fikirler güzeldir, fark yaratır, rekabette büyük fark açmanızı sağlayabilir. Ama sadece bir fikirdir işte. Uygulanmadıktan sonra durduğu yerde değer kazanacak ticari bir şey değildir.

Uygulama daha büyük bir cesaret, planlama ve risk alma işidir. Yeri ve zamanı tabi ki önemlidir. Ama küçük de olsa başlamak, denemek günümüzde her şeydir diyebiliriz. Sonucu başarısız olabilir, batabilir, huzur vermeyebilir ama çok şey öğretir insana bir dahaki adımı için.
Bir zamanlar reklam işinde KOBİ olarak adlandırılan firmalar için süper reklam fikirleri düşündük ve uyguladık da. Özellikle yumurta ve zeytin üzerine. Tabi kapsamlı pazarlama işleriydi bazıları. Ama kendimi yaratıcı fikre o kadar odaklamıştım ki aslında ticareti, piyasayı bilmiyormuşum. Ve tabi ki battım. Yine de girişimci ruh ile uyguladığım, yapmaya çalıştığım her şeyin bana o kadar çok faydası oldu ki.

Şu andaki işimde süreci verimli hale getirme adına yaptığım her analiz, attığım her adım masamda daha rahat oturmamı sağlıyor. Ama bir o kadar da takibin, ölçümlemenin önemini anladım. Almanya’ya bağlı bir yazılım paketimiz var ama hiç kullanışlı değil ve raporlama sıfır diyebilirim. Her departmanın süreci için öyle yazılımlar yapıldı ki neredeyse bir paket ortaya çıktı. Yani SAP modüllerine kafa tutar. Sorunu çözümlenen her süreç için plan yapıldı ve harekete geçildi.

Yıllardır hobi olarak takip ettiğim kişisel markalaşma konusunda her ne kadar başkalarına bir şeyler yazıyor gibi görünsem de, en başta kendim o kadar çok şey öğreniyorum ki. Özellikle toplumsal duruşumuzu anlama adına. Yine uygulamanın gücü.

Uygulama ile beraberinde gelen büyük sorumluluk da takip oluyor. Tabi ölçerek takip. Emin olun bir işi yaparken arkadaşın kaç adım attığından, kullandığı programda kaç ekran gezdiğine, telefon sürelerine kadar. Öyle verimsizlikler çıktı ki ortaya. Derine indikçe daha doğru çözümlere ulaşıldı.

Tüm bunları neden yazıyorum! Kişisel markalaşma hedefi de bir proje gibidir. Analizi, planlaması, operasyonu, takibi, finansal maliyet ve getiri hesapları vardır. İtiraf ediyorum, yazılan şeyler aslında hep aynıdır. Sunum şekli, pazarlama ve kullanım araçları farklıdır. Sadece okumak, düşünmek, not almak yetmez. Deriiiin bir nefes alıp, “haydi” diyerek adım atmak gerek. Yüzdüğümüz sulardaki çöplere, atıklara takılmamak gerek. Günlük yaşamda rutin yapılanlar listesinin ana kategorilerini baştan yazmak gerek. Çıkan her engeli usulünce yolumuzdan atmak gerek.

Tamam, uygulamaya geçtik ama ne takip eden biri, ne de bir program var. Markalaşma adımlarınızı belli periyodlarda bir şekilde takip edemiyorsanız ne yaptığınızı nasıl anlayacaksınız ki! İnternetteki sosyal medya araçlarından, çevrenizdeki akıl hocalarınıza varana kadar bir kaç kontrol noktası oluşturun. Örneğin, en güvendiğiniz arkadaşınız mentorunuz olsun. Eşinize, çocuğunuza dahi bir görev verin. Hem takip işini delege etmiş olursunuz, hem de daha eğlenceli hale gelebilir.

Fark etti iseniz şirketler için konuştuğumuz adımları bireyler için de konuşuyoruz. Ama günü birlik, belli dönemlerde uygulanacak promosyonel pazarlama faaliyetlerinden asla bahsetmiyoruz. Bir ömür taşıyacağınız etiketlerin altın değerinde olması için her anınızdan, her düşüncenizden, her davranışından bahsediyoruz.

Hazır mısınız, uygulamaya, takip etmeye, ölçümlemeye.

Bence hazırsınız çünkü, inanın marka sizsiniz.


Saygılarımla.

4 Kasım 2008 Salı

"EGO"nuz, aslında "LEGO"nuzdur !

”Marka Sizsiniz” diyerek egonuzu pohpohluyor gibiyiz değil mi! Bir anlamda, evet. “Kişisel Gelişim” kitapları da, eğitimleri de bunu yapıyor değil mi? Buna da bir anlamda, evet. Peki, neden egodan yola çıkıyoruz sürekli, bakalım.

Ego, yani “ben” lik duygusu yaratıldığımız anda bize verilen bir nimettir, büyük donanımın en önemli parçası gibidir. Ego sayesinde, kendimizi, evreni, varlıkları, yaratılışı, yansımalarla oluşan algıları ve gördüğümüz şeyleri aslında perdeler arkasından gördüğümüzü anlarız. İnsan sürekli bir şeyleri unuttuğu ve aldandığı için sürekli “ben”i hatırlamak zorunda. Ki ona göre bir şeyleri kavrayabilsin, anlamlandırabilsin.

Faydasından ziyade günümüzde zararlarını görüyor gibiyiz. Ve akıllı birileri, değişik reklam, pazarlama, eğitim taktikleri ile bu değerli özelliği basit bir eşya haline getirebiliyor. "Sen yaptın, sen şöylesin, sen büyüksün, yaşamının tek hakimi sensin, sonsuz bir gücün ve özgürlüğün var" gibi. Tabi bunların hiçbiri realiteye uymuyor. Gerçekle karşılaşınca, balon sönüyor ve depresyonlar yaşanarak irade daha da zayıflıyor. Bir araştırma yapılsa ve sürekli kişisel gelişim kitaplarından, eğitimlerinden medet uman kişilere sorulsa “tarih, medeniyet, toplum ve varlıklarla ilgili kaç kitap okudun” diye. Emin olun çok acı bir tablo ortaya çıkar. Ve bu düşünmekten, keşfetmekten yoksun kişiler istedikleri kadar “kişisel gelişim” desinler bir yere varamazlar.

Evet, kişisel markalaşma da aynı kapsama giriyor. Fakat, doğru adımlara bakılırsa insanın önce kendini tanıması, anlaması isteniyor. Yine egodan yola çıkarak, insana kabiliyetleri, kapasitesi, yaşamdaki genel geçer kabul gören ilkelerle anlatılıyor. Sürekli bir gelişim ve insanlara, yaşama faydalı olma gerekliliği ortaya çıkıyor. Olabildiğince saflık, tevazu tavsiye ediliyor. Aslında “ego”izmin tam tersi değil mi!

Tüm bu düşünceler, uygulamalar bize “güç” kavramını hatırlatıyor. Güce kapı açan da özgüven. Özgüven de “ego” dan geliyor. Önemli olan “bilinçli farkındalık” ile egoyu bilmek anlamak ve ona yön vermektir. Yerine göre bir “lego” gibi takmak, çıkarmak, alçaltmak, yükseltmek bazen de yıkmak gerekiyor.

Lego, çok eğlenceli bir şey. Neden egomuzu bu rahatlıkta kullanmıyoruz da sürekli kavgalar, çatışmalar, savaşlar için kullanıyoruz? Neden kendimizi dipsiz bir kardeliğe hapsediyoruz?

Saygılarımla.



1 Kasım 2008 Cumartesi

kısaca insan

Dar yollardan geçiyoruz, kendimizi bilerek zora sokuyoruz.

Perdelerin arkasından bakıyoruz.

Felsefe ve mantığa hapsolmuş algılarımız var.

Yansımalarla idare ediyoruz. Etrafımızda küçük küçük aynalar var ama odak noktasını göremiyoruz.

Geçmişi ve geleceği bir bütün olarak ele alamıyoruz, akıl ve kalp kovamız daha fazlasını anlayamıyor, işleyemiyor, üretemiyor.

Kalıplardan bir kalıp beğeniyoruz.

Egomuzu, doğruyu bulmak için değil yanlışlarla güç kazanmak için kullanıyoruz.

Hep somut, kesin bilgiler bekliyoruz. Araştırmıyoruz, düşünmüyoruz, yorumlamıyoruz, örnek almıyoruz. Her bilgiye şüphe ile yaklaşmak gerektiğini unutuyoruz.

Yaşamın, deneme ve tecrübelerden ibaret olduğunu kavrayamıyoruz.

Teknolojiyi, interneti, mobil dünyayı yardıma çağırıyoruz. İyi ama yine de oyalanıyoruz.

Ve son olarak
“okumuyoruz arkadaşlar, okumuyoruz”

Çünkü okuyunca düşünmekten, düşününce kendimizi sorgulamaktan, sorgulayınca değişmekten korkuyoruz.


Sevgilerimle.

30 Ekim 2008 Perşembe

“Marka Sizsiniz” den ne öğrendim ?



- Bu sürecin aslında bir "yüzleşme" olduğunu öğrendim. Tüm yaşam hikayemizi bir film gibi gözümüzün önüne getirerek. "Ben kimim, ne olmak istiyordum, şu anda neredeyim" gibi soruların içsel anlamda en vicdani cevaplarını düşünmek.

- Her gece yatarken bugün neleri kazanamadığımızı, kaçırdığımızı düşünmenin, sabah insanı daha farklı stratejilere yönelttiğini fark ettim.

- Doğuştan gelen, üzerine eğitim ve tecrübeyi de ekleyerek kazandığımız kabiliyetlerimizi bilerek körelttiğimizi öğrendim.

- Atalet ve unutkanlığın en büyük düşmanım olduğunu öğrendim. Başka düşmanlar da var, okumamak, düşünmemek, analiz etmemek, planlamamak gibi.

- "Aman ne gerek var" diyerek yakınlarıma karşı uygulamadığım her "saygı" kuralının “sevgi” denilen şeyi nasıl kemirdiğini anladım.

- Her kitabın, her yazının, her konuşmanın aslında bir birinin tekrarı olduğunu, sadece farklı üslup ve örneklerle bildiğimiz şeyleri bize tekrar tekrar hatırlattığını öğrendim. Lisede iken not tuttuğum defterim hala başucumdadır.

- Bilerek veya bilmeyerek daha iyi yaşamak adına sırtıma ne kadar çok yük aldığımı fark ettim. Ve kişisel markalaşmanın aslında daha da yalınlaşma, sadeleşme, şeffaflaşma olduğunu öğrendim.

- Herşeyin, herkes tarafından farklı algılandığını ve davranışlarımı bu çerçevede sabır, hoşgörü göstererek ayarlamam gerektiğini öğrendim.

- Henüz 2 yaşında olmayan çocuğuma bakarak küçükken, iyi-kötü ne de çok şey öğrendiğimi fark ettim. Ne kadar özen göstermeye çalışsam da "iyi şeyler öğrensin, uygulasın" diye dua etmekten başka çarem olmadığını öğrendim.

- Kontrolsüz gücün, insanın kendisini nasıl zehirlediğini öğrendim. Yani hırs ve realitenin dengesi.

- Geçmiş ve gelecek kavramlarını yanlış algıladığımı öğrendim. Çizgisel bir düzlem değil, dairesel bir yaşam alanında zamanın üstümüzden bir rüzgar gibi geçtiğini fark ettim. Önemli olan bu rüzgarın olumsuz etkisini azaltmak ve doğru yönlendirmek olduğunu öğrendim. (Belki bu algım da yanlıştır, yardım etmek isteyen var mı? )

- Tarihi, toplumları, trendleri, ve geçmişten gelen yanlışları daha fazla incelemem gerektiğini öğrendim.

Ben bunları “öğrendim” diye yazıyorum ama aslında “tekrar fark etmek” diyebiliriz. Doğru adımları uygulamadıktan sonra laf-ı güzaftır.

Saygılarımla.

23 Ekim 2008 Perşembe

Kişisel markalaşmanız için her gün neleri hatırlamak isterdiniz?

Örnek:

- Son 1 ay içerisinde networküme kimleri ekledim?

- Networkümdeki şu kişilerle ne kadar sıklıkta görüşüyorum? Mail, telefon, yüz yüze.

- Kendimi geliştirmem için şu dili öğrenmek, şu kitapları okumak, şu eğitimleri almak istiyorum.

- İş hayatımda 10 yıl sonra şu firma CEO olmak ya da şu sektörde girişimci olmak istiyorum.

- Özel / iş yaşamımda şu hatalarımdan şu şekilde ders aldım.


Gibi gibi unutulmaması gereken maddeler. Siz de hatırlamak, takip etmek istediğiniz maddeleri
muratesenli@gmail.com adresine gönderin, paylaşın.

"Marka Sizsiniz" bazı uygulamalarla bu konuda sizlere yardımcı olmayı hedefliyor. Çok yakında.

Sevgilerimle.

22 Ekim 2008 Çarşamba

İstanbul'dan bir Kawasaki geçti



İlginç bir tanışma, buluşma oldu. Sanırım, Perakende Günleri ile ilgilenmeyenler Guy Kawasaki’nin Türkiye’de olacağını da öğrenemedi. Tabi bilinse de o konferansa herkesin para verip katılamayacağı belli idi.


Dün akşamki buluşma da çok ani oldu ve gelen kişi sayısı iki elin parmaklarını geçmedi. Guy, yorgun ve bence biraz da şaşkın idi. Bence daha kalabalık ve eğlenceli bir ortam bekliyordu. Bu kişiler ne kadar yorgun olursa olsun, bu gibi aktivitelerin uzunluğuna dayanırlar aslında. Ama soru, cevap ve biraz muhabbetten sonra müsade istedi. Fotoğraflar çekildi ve buluşma bitti.

Mailleşmelerden ve dün izlediğim kadarı ile Guy Kawasaki tespitleri;

- Rahat, güleryüzlü ve kendinden fazlasıyla emin bir duruşu var.

- Ailesine ve geçmişine bağlı kalması onu daha da güçlü kılıyor.

- Hızlı düşünerek, pratik cevaplar vermeyi tercih ediyor.

- Gereksiz konuları düşünmeyin, sormayın, boşuna zaman harcamayın diyor.

- Hep aynı şeyleri söylediğini o da ifade ediyor.

- Şu andaki projelerine aşırı odaklı ve hem reklamını yapıyor hem de ölçümlemesini.

- Alltop stickerları vardı, fanatiklerini bilmek ve yaratmak istiyor.

- Başka kişi ve rakip projelerle zaman kaybetmiyor.

- Aslında hep iş konuşmak istemiyor, muhabbeti seviyor.

- Kişisel markalaşmanın uzun bir yolculuk olduğunu belirtiyor.

Ne kadar ilham aldığımız, etkilendiğimiz projelerimizde belli olacak. “Art of Start” ın çevirisi olan “Girişimcinin El Kitabı” nda yazılanlar ezberlenmesi ve uygulanması zorunlu kurallar zaten.

Saygılarımla.


21 Ekim 2008 Salı

İki motor markası, hayatımdan çıkmayacak gibi !







JAVA

1999’da yazılım dili olan Java’yı, daha doğrusu “Object Oriented” modelini tanıdım. Business Analyst olarak İktisat Bankası Bilgi İşlem Departmanı’nda çalışıyordum ama sevgili Naci Dai’den bu eğitimi alınca "acaba yazılımcı mı olsam" diye düşünmüştüm. Halbuki, daha çok sosyal bilimlere, tarihe meraklı Uluslar arası İlişkiler mezunu biriyim. Neyse, bu dili ve tabi ki yazılımın mantığını öğrenmek hayatımı değiştirdi diyebilirim.

Şimdi dönüyoruz 1980’li yılların başına. Rahmetli babamın bir JAVA motoru vardı. Kırmızı. Hep sorun çıkarırdı ama nerede ise tüm aileyi taşırdı. 1984’te araba alınana kadar köye, kente, gezmeye hep o taşıdı bizi. Tor tor sesiyle. Şimdilerde belki Anadolu’da görmek mümkün o eski modelleri. Ama bir zamanların en kullanışlı taşıma araçlarından idi.

KAWASAKI




Bu kelimeyi duyan büyük ihtimalle ünlü “motosiklet” markasını hatırlıyordur. Benim için de öyle idi birkaç yıl öncesine kadar. Apple’ın evangelisti, şimdilerde startup projelere yatırım yapan Guy Kawasaki’yi tanıyana kadar.
En son Türkçe’ye çevirilen “Girişimcinin El Kitabı” nı okudum. Ezberleri bozan biri. Ve neşeli, pratik, mütevazi sıcak kanlı bir insan anladığım kadarı ile. Mail yoluyla arada bir haberleşiyorduk o kadar. Dün akşam Türkiye’ye geldi, Perakende Günleri konuşmacısı olarak. Sanırım konuşması yarın sabah. Bu akşam da Hilton’da İstanbul Tweetup buluşması olacak. Dün gece “gitsem mi, görüşebilir miyim” diye düşünürken mail geldi ve “geliyor musun” diye sordu. Ne işim varsa erteleyerek tanışmaya gideceğim. Pratiğim çok olmasa da İngilizce anlaşmaya çalışacağım.

Kelimeler de, insanlar da, olaylar da anlayamayacağımız denk gelmelerle yaşamımızda yer alıyor. On yıl önce merak ettiğiniz, düşündüğünüz bir şey karşınıza çıkabiliyor. Kaçırdığınız bir fırsat, bir şans daha verir gibi tekrar tekrar karşınıza çıkabiliyor. Düşüncelerinizin, niyetlerinizin güzelliği kişisel markanızı biçimlendiriyor. Yaşamımızda soyut, somut yer kaplayan her şeyi iyiye yorumlamak, doğru değerlendirmek gerek.

İşte iki motor markası, işte yaşamımdaki yeri.

Saygılarımla.

15 Ekim 2008 Çarşamba

"Microsoft Project" gibi uygulamalarla bunları takip etmek imkansız?

"Kişisel Markalaşma Planı" nız burada, başlayın !

1- Önce biraz beyin fırtınası. Kendinize şu soruları sorun;

- Güçlü yönlerim neler?


- Çevremde nasıl biri olarak biliniyorum?

- Tutku ile bağlı olduğum neler var?

- Gerçekten neyi başarmak, tamamlamak istiyorum hayatımda?

- Hangi alanlarda gerçekten çok iyiyim?

- Kendime ve başkalarına olan katkım ne?

- Benim için “başarmak” ne demektir?

- Sonraki nesillere miras olarak ne bırakmak isterim?

- Nasıl hatırlanmak isterim?


2- Tüm bu özelliklerinizi hayata nasıl geçirmek, uygulamak isterdiniz?

3- Hakkınızda yapılan yorumlar, eleştiriler, övgüler neler?

4- Çevrenize, akranlarınıza göre farklılıklarınız neler?

5- Ev ödeviniz var mı? Hangi araştırmaları yapıyorsunuz bu konuda?

6- Akıl hocanız, danışmanınız, koçunuz var mı? Motivasyonunuzu nasıl takip ediyorsunuz?

7- Kimlere, hangi konularda yardım edebilrsiniz? Teklif yöntemleriniz neler?

8- Aylık ya da 6 haftalık periyodlarda networkünüz için neler yaptığınızın raporu var mı?

9- Uzun dönemde networkünüzü nasıl büyütecek ve değerlendireceksiniz?

10- Hangi sosyal medya networklerine üyesiniz, aslında hangileri gerekli?

11- Tüm bunları yapabilmek için motivasyonunuzu azaltan etkenlerden kendinizi nasıl koruyorsunuz?

Başarı dileklerimle.


14 Ekim 2008 Salı

İşini, şirketini, patronunu sevmeyenler için 10 madde


1- Hala neden orada olduğunuza karar verin. Geçici olarak mı, yeni tecrübeler için mi, maaş için mi? Hangi nedenle olursa olsun öncelikle bu nedeni kabullenin. Büyük ihtimalle çıkarınız var demektir. “Çaresizlikten” diyebilirsiniz ama çare bulana kadar orada çalışmak ta bir stratejidir, geçerli bir nedendir.

2- Tecrübenizi, birikiminizi, zekanızı, iş bitiriciliğinizi v.s. her ne güçlü yanınız var ise bu iş için kullanın. Sakın sonraya, başka işe, başka göreve, geleceğe saklamayın. Ertelemeyin.

3- Alt, orta, üst her hangi bir şekilde yönetici statüsünde iseniz giyiminize, durşunuza, konuşmanıza tüm tavırlarınıza daha bir özen gösterin. İlk kez yöneticilik yapıyorsanız deneyim adına çok şey kazanmaya bakın.

4- Yaptığınız işi sevmiyor olsanız dahi inceliklerini, önemli noktalarını çok iyi öğrenin ve uygulayın. Daha da geliştirin.

5- Üstleriniz ile hiç anlaşamıyorsanız, anlaşmaya da çalışmayın. Sürekli savaş değil, barış, uzlaşma stratejileri üretin. Bu konuda beyin fırtınası yapın. Hiçbir şey yapamıyorsanız, onlara hak verin, yani “EVET, TAMAM” deyin, geçin.

6- Başkasının işine karışmayın ama yeri ve zamanı geldiğinde öyle öneriler sunun ki yönetim şaşırsın kalsın.

7- Çok samimi olmaya gerek yok ama herkese açık olun, muhabbet edin, küçüklere tavsiyelerde bulunun, büyüklerden nasihat alın.

8- Biliyorum çok mutsuzsunuz ama kendi ruh haliniz için gülümseyin, yani kimseye durumunuzu çaktırmayın. Zaten yardım etmez, size daha da sorun transfer ederler.

9- Sevmiyorsanız, boş zamanlarınızı değerlendirin. Networkünüzü harekete geçirin, kendinizi daha iyi tanıtın, araştırmaya ağırlık verin.

10- Entellektüel bilgi ve paylaşım adına gerçek seviyenizi herkese yansıtın.

Şimdi diyeceksiniz ki “insan bu kadar şeyi yapsa, oradan ayrılmayı düşünmez ki” diye. Mantıklı ise ne gereği var, zaten kriz zamanlarındayız. Aslında bu maddelerle gelmek istediğim nokta şu;


Yaşamınızı zehir etmeden, kariyerinizde bulunduğunuz basamak her ne olursa olun onu çok iyi değerlendirin. İşinizi çok iyi öğrenin ve uygulayın. Bu başarı zaten kısa zamanda sizi çok iyi noktalara taşıyacaktır. İster aynı firmada, ister başka yerlerde. Sabırsız olmayın, bunları uygulayın, uygulayın.

NOT:
Gerçek yaşam hikayesinden çıkarılmıştır.

13 Ekim 2008 Pazartesi

Şaşırtıcı ve sevindirici !


Kişisel markalaşma, Tom Peters’in yıllar önce telaffuz ettiği “brand you” kavramı aslında eskidi bile. “Eskidi” derken yeni yorumlarla daha farklı açılımlara dönüştü. Özellikle web iletişim teknolojilerinin gelişmesi bunda etkili oldu. Fakat, bildiğiniz üzere biz bir çok konuda dünyadaki bazı gelişmeleri 10-20 yıl geriden takip ettiğimiz için bu konuda da farkındalığımızın henüz arttığını gözlemliyorum. Sakın yanlış anlaşılmasın, kişisel gelişim konularında yıllardır bu işi yapan eğitmen, koç, danışman, mentor üstadlarımız var. Hepsine saygım sonsuz ve hepsinden de çok şey öğrendiğimi söylemeliyim. Ama, artık konuyu ele alış şekli değişiyor ve hedef kitle bu pazarı yönlendiriyor. Nasıl mı, bakalım.

Marka Sizsiniz projesi aslında küçük bir deneme, hedef kitlemizi ölçme adına 4-5 ay kadar önce hayata geçti. Ve şimdilerde daha çok bu blog üzerinden devam eden içerik odaklı bir iletişimimiz var. Yeni tasarım çalışmalarımız da devam ediyor web sayfamız için. Web sayfamızı, blogumuzu ziyaret eden ya da birebir görüştümüz kişilerden aldığım geri bildirim sonuçları şu şekilde;

- İnsanlar bu konuda gerekli uygulamalar konusunda “aç”, “susuz” desem yeridir. Ataletimizi yenmek istiyoruz, kendimizi marka olarak daha sağlam konumlandırmak ve geliştirmek istiyoruz.

- Kişisel gelişim çok geniş bir alan. Daha somut ve pratik bilgiler, içerikler isteniyor. Özellikle yaşamı bir bütün olarak algılayarak, o şekilde hizmet almak istiyoruz. Dağınık web 2.0 sayfalarından, farklı network uygulamalarından şikayetçiler.

- Kariyer konusunda daha farklı, görsel cv gibi uygulamalar isteniyor. Ve bu cv nin sürekli güncellenen, takip edilen uygulama olması isteniyor.

- Kişisel marka olmuş ya da olmaya çalışan insanları takip etmek, örnek almak istiyoruz. Ama ünlüler ve medyatik dünyanın reyting oyunlarına kurban gitmeden.

- Hap istiyorlar, hap. İsterseniz buna “bilinçlenme hapı” deyin. Gereksiz içeriklerden, gereksiz trafiklerden, oyalanmaktan nefret ediyorlar.

- Arama motorlarlarında “iyi insan nasıl olnur”, “nasıl marka olabilirim”, “ataletimi yenmek için ne yapabilirim”, “farklı cv yöntemleri” gibi sevindirici anahtar kelimlerle bize ulaşıyorlar.

- Daha içsel, daha özel, daha samimi, sürekli hizmet verecek, kişisel markalaşmaya direkt katkıda bulunacak özellikler arıyorlar.

Kısaca bu projeden şu ana kadar anladığım bu. Yapılabilecekler analiz olarak hazır. Geliştirmelere devam ediyoruz. Umarım beklentileri karşılar.

Bu konuda önerilerinizi, isteklerinizi, düşncelerinizi
muratesenli@gmail.com adresine iletebilirsiniz.

Saygılarımla.

9 Ekim 2008 Perşembe

Kişisel Markalaşma için tasarruf tedbirleri !


Bugünlerde, arama motorlarında tasarruf yöntemleri daha çok araştırılıyordur. Maddi olarak kesinlikle araştırılacak fakat yaşamdaki duruşumuzla ilgili tedbirleri de sıralamaya çalıştım;

- Gereksiz hedeflerden kurtulun. Maymun iştahlı olmayın.

- Hedeflerinizin ticari boyutunu gözünüzden hiç kaçırmayın.

- Sizi oyalayan iş ve arkadaşlardan uzak durun. Bunlara yavaş, açktırmadan, sürekli oldukları için “zaman kemirgenleri” diyoruz.

- Motivasyonunuz için Koç, Danışman, Eğitmen, Mentor v.s. beklemeyin. "Atalet" denilen virüse karşı sürekli koruma kalkanı geliştirin.

- İçinizdeki huzuru hiçbir şeye kurban etmeyin.

- Hedefleriniz için her gün az ama sürekli bir şeyler yapın.

- Kazancınızdan biriktiremediğiniz her kuruşu düşünün dolayısıyla yaptığınız her harcamanın kişisel markalaşmanıza katkısını ölçün.

- Düşünce kirliliğinden, zihin bulanıklığından kurtulun yalın, saf, duru düşünme ve uygulama yöntemlerini deneyin.

- Sırtınızdaki çuvalda neleri taşıyorsunuz “yaşam” adına. Atın, atın, atın.

- "Kişisel gelişim kronolojiniz" hep elinizin altında olsun ve karşılaştırın. (Formatı konusunda yardımcı olabilirim.)

Son olarak tüm bunları yaparken küçük, sürekli ve doğru adımlar atın. Yani bedensel ve zihinsel enerjinizi boşuna harcamayın.

Saygılarımla.

8 Ekim 2008 Çarşamba

Nurhayat İnan'dan hayat dolu 20 öneri !

- Bütün olumsuz tecrübeleri unutun. Çözüme odaklanın.

- Kendinizle iyi iletişim kurun.

- Ertelemeyin.

- Kesin olarak istediğiniz şeyin ne olduğunu düşünün.

- Dost sohbetlerinde başarılarınızdan söz edin.

- Her ne istiyorsanız, onu olmuş gibi hayal edin.

- Enerjinizi çoğaltın; enerji kaçaklarından kurtulup yeni enerji desteklerine başvurun.

- Fazla eşya başarıyı kendinize çekme yeteneğini azaltır.Doğa boşluklardan nefret eder, yani hayatınızda yeni bir şey istiyorsanız, onun için yer açmalısınız.

- Para sizin için çalışmalıyken niçin siz para için çalışasınız.

- Yaşamınızda denge ve denetim kurun. Zaman yaratmanın sırlarını öğrenin.

- Gerçekten önemli olana odaklanıp, farkına varmadan yaşamınızı tüketen zaman kayıplarını yok edin.

- Destek ağı oluşturun.

- Evet ya da Hayır’lara dikkat edin. Sınırlarınız belli olsun.

- Geleceğinizi planlayın

- Dil kodlamalarına dikkat edin.

- Yaşamınızda ne eksikse ona kanalize olun.

- Doğru sorular sorun

- Derin dinlemeyi öğrenin.

- Kendinizle gerçekten ilgilenin, Gereksiz stresten nasıl kurtulacağınızı, tükenmişliği nasıl uzaklaştıracağınızı ve kendinizi lüksle nasıl kuşatacağınızı öğrenin.

-Yaşamınızı mümkün olduğunca sadeleştirin ve zaman zaman sağlamasını yapın
Küçük molalar verin.

YAŞAM KOÇLUĞU, HAREKETE GEÇMEYE İSTEKLİ OLAN HERKESTE İŞE YARAR. ELBETTE YAPMANIZ GEREKEN BİR GÖREV VARDIR AMA BU GÖREV AMAÇLARINIZA ULAŞMAK İÇİN MÜCADELE ETMEYE ODAKLANMAK DEĞİLDİR. TERSİNE, ŞU ANDA OLABİLECEĞİNİZ EN İYİ İNSAN OLMAYA ODAKLANACAKSINIZ. KENDİ HAYATINIZ ÜZERİNDE ÇALIŞMAK, YAPABİLECEĞİNİZ EN DOYURUCU ŞEYDİR. İSTEDİĞİNİZ ŞEYİ KENDİNİZE ÇEKMEYİ DENEYİMLEDİĞİNİZDE, BAŞARIYA ULAŞMAK İÇİN KULLANMIŞ OLDUĞUNUZ ESKİ YÖNTEMLERE DE ASLA GERİ DÖNMEK İSTEMEYECEKSİNİZ.

Nurhayat İnan
H.Y.T. KOÇLUK&EĞİTİM&DANIŞMANLIK
www.hayatkoc.com

6 Ekim 2008 Pazartesi

Kazanamazsanız hayatınızdan çok şey eksilecek !

Bir soru;

"yorucu ve sıkı bir çalışmanın ardından moral bozukluğu yada motivasyon eksikliğiyle karşılaşırsak ne yapılması gerekli?örneğin bir sınav var önünüzde çalıştınız ama bir sorun var kazanamayacak gibi hissediyorsunuz ve ümitsizliğe düşüyorsunuz?ve kazanamazsanız hayatınızdan çok şey eksilecek ,iyi bir kariyer,insanların ve en önemlisi ailenin size bakış açısı,yeni bir hayat tarzı yakalamak içinde o sınavı kazanmanız gerekli başka şansınız yok..ne yapılması gereklidir bu durumda ...teşekkürler"
Doğru mu acaba ! Nereden biliyorsunuz? Yoksa kaderinizi mi okudunuz? Ya da yaşamınızdaki kontrol tamamen sizin elinizde mi? Eğer yaratıcı ve yaratılış inancınız yok ise bu sorulara yaklaşımınız farklı olur, o ayrı konu. Bana göre önce bu algıyı kırmak gerek. Gerçekten doğru ve planlı bir şekilde çok çalışarak her hangi bir sınava, işe, girişime hazırlıklı olmak, elimizden geleni yapmak bizim görevimiz. Fakat sonucunu çok fazla, yani kesine yakın şekilde tahmin etmemek gerekir. Hani derler ya “gelin ata binmiş, gideceği evi şaşırmış”. Ya da “umma ki, küsmeyesin” diye.

Burada kader, kısmet konusuna girecek değilim ama emin olun bazen ne yaparsınız yapın bir şeyler olmaz. Demek ki ya hedefleri değiştirmek gerekir, ya da yöntemleri. Genlerinize, kişiliğinize, tecrübenize uymayan hedefler hayalden öteye gidemeyebilir. Aman dikkat, bu bilimsel olarak da ispatlanmıştır. Bildiğiniz gibi bu konuda üniversite mezunu olmak da kar etmeyebiliyor.

Soruya tekrar gelirsek. İnsan bir iki denemede bir şeyleri başaramayabilir. Ama ısrarla aynı hataları tekrar ediyorsa sorunu kendisinde aramalıdır. Peki her başarısızlık bir yıkım mıdır? Aksine bir kamçıdır, bir hırstır, bir motivasyondur. Ülkemizde genelde üniversite sınavları için bu durum yaşanır. Hani “tüm hayatımızın bağlı olduğu 3,5 saat” gibi algılanan sınav. Geleceğimiz, maddi olanaklarımız için doğru buna katılıyorum. Fakat emin olun maddi kazanç hiçbir zaman sadece üniversite sınavına bağlı olmamıştır dünayda. Sınavı kazanamayan genç arkadaş üzülerek, ailesiyle beraber hep birlikte depresyona gireceğine çözüm ve planlama olarak şu üç maddeyi düşünmez.

1- Hatalarım, eksiklerim nelerdi, bir dahaki sınava nasıl hazırlanmalıyım?

2- Bu aşamada gelir açısından part time iş yapabilir miyim?

3- Bu sınavı hiç kazanamazsam hangi yeteneklerimle hayata tutunabilir, geleceğimi kazanabilirim.

Bir de soruda “başkalarının bakış açısı” var. Zaten bizi yiyip bitiren de bu değil mi? Ailem ne der, çevrem nasıl karşılar v.s. Ne zaman kendiniz olacaksınız Allah aşkına. 50 yaşında mı? Ne zaman, gerçek kendinizi ifade edebilceksiniz? Kaç defa risk aldınız kendiniz için? Günde kaç dakika kendinizi dinleyebiliyorsunuz?
Kişisel markalaşmanı ilk yolu kendini tanımak, tanımlamak ve sonrasında ısrarla tanıtmaktır. Kabiliyetsiz insan yoktur, kabilyetlerini keşfedemeyen, körelten insan da çoktur malesef.

Son olarak, yaşamda kafa yorduğunuz her şey sabırla, saygı ile, hoşgörü ile karşılayamadığınız içindir. Her şeyde bir hayır vardır, bunu gerçekten unutmayın. Ve “gün doğmadan neler doğar” sözü zaten ortada. Şans faktörüne katılıyorum, “evet” Ama derler ki şans, onu arayanları bulurmuş.
Hayatımdaki ilginç bağlantıları, sonunda başarısızlık ama sonrasında “hayırlı” olan şeyleri yazsam kitap olur. Ve tüm bunları düşünerek gülümsüyorum, sabrediyorum ve şükrediyorum. Ve hala bir çok genç arkadaştan, öğrenciden çok daha fazla çalışıyorum, çok daha fazla kitap okuyorum.

Umarım bir katkısı olmuştur. Saygılarımla.

Girişimciler, önce kişisel markanızı keşfedin!

“Nedenlerini, niçinlerini tartışmanın pek de bir anlamı yok. İflah olunmaz bir hastalık gibi ama yapan için büyük bir tatmin duygusu barındıyor.”

Siz de bu cümleye katılıyorsanız girişimcisiniz demektir. Tamam “girişimcisiniz” ama en nihayetinde etten kemikten bir insansınız. İster zengin olun, ister milyonlarca dolar yatırım bulmuş olun, isterse bilmem kaç kişilik ekibiniz olsun. En başta kendinize sormanız gereken soru şudur; “kişisel marka duruşum nasıl?” Bu soruyu kendinize sormayı akıl edebildiniz ise ve süreklilik arz ediyorsa başarılı olma ihtimaliniz de yüksektir. Neden mi, bakalım.

Girişimciler genelde hırslı insanlardır, hırs da doğru yönlendirilemiyor, kontrol altına alınamıyorsa külliyen zarar getirir. Özellikle bizim gibi Akdeniz mizaclı insanlar bu hırsın üzerine bir de acelecilik eklerler. Gerisini siz düşünün. Buraya hepsini yazamayacağım bu gibi alışkanlıklar nedeni ile ilk girişimler genelde acı-tatlı bir hatıra olmaktan öteye gidemez. İşte tam bu noktada gözden kaçan şey yaşamın ta kendisi yani “kendimiz” olur. Genel durumu özetleyerek devam edelim;

- Yaş 25-40 arası değişebilir (küçük ya da büyük olanlar alınmasın lütfen)

- % 95′i aslında bir yerlerde kariyerine devam etmek zorundadır.
- Aslında 6 ay kadar dahi cepten yiyebilecek durumu yoktur bir çoğunun.

- Hevesimiz, fikrimiz vardır ama birileri tarafından sorgulanmış bir iş planı dahi yoktur.

- Daha önce yaşanmış bir tecrübe de yok denecek kadar azdır.

Bu liste devam edebilir fakat şimdilik yeter. Bu durumdaki girişimci arkadaşım kendine şu soruları sürekli sorarak kişisel markalaşma planı yapabilmiş midir acaba! İşte sorular;

- En önemli soru; şu anda bu girişimi yapmak zorunda mıyım? Yoksa 20′li yaşlardaki garaj hikayeleri mi beni zorlamaktadır !

- Yapacağım girişim konusunda yeterince bilgi sahibi miyim? Değil isem bilgisi olanları yönetebilecek kadar tecrübem, kapasitem var mı? Damarlarımdaki kanda yüzde kaç koçluk, liderlik oranı mevcuttur?

- Hayallerim, yaşamımdaki gerçek hedeflerim midir ve bu hedeflerim bir yerlerde yazılı mıdır? Ve bu hedeflerim hakkında kaç kişi beni gerçek anlamda eleştirmiştir?

- Hayatımda okuduğum kitap, tanıştığım insan, gezdiğim farklı yer sayısı ne kadardır? Buna göre entellektüel iletişim kapasitem nedir?

- İletişim kurma yeteneğim nedir? “Asla Yalnız Yeme” adlı kitabın adını duymuş muyumdur? Duydum ise okudum mu, okudum ise, kendime kaç puan vermişimdir?

- 10-15 yıllık iş tecrübem var ise şu ana kadar kendime nasıl bir sosyal network kurabilmişimdir?

- Dostluk, arkadaşlık adına örneğin işsiz ya da parasız kalsam benim için çırpınacak insan sayısı kaç kişidir?

- İnternet dünyasında sosyal medya uıygulamalarındaki yerim nedir? Kendimi ne kadar ifade etmişimdir?

- Konuşma, yazma, vücut dili yeteneklerim ne durumdadır?

- Kendimi bir iki cümle ile “elevator speech” şeklinde anlatabilir miyim?

- Sadece yaratıcı fikirlerime mi güvenirim, yoksa uygulama kısmında hızlı ve tecrübeli miyim?

- Özel yaşamımda finansal olarak bugüne kadar kaç kez battım? Örneğin kredi kartlarından. Şu andaki finansal planlamam nedir?

Son madde olarak kısaca, adım bir yerde geçtiğinde başkalarının zihninden geçen nedir?

Bu liste uzayıp gider. Büyük kısmına da olumsuz cevaplar verileceği de bir gerçektir. Lütfen yanlış anlaşılmasın “her şey dört dörtlük olursa girişimcilik güzeldir” demek istemiyorum. Ama kervanın yolda düzelemeyeceği durumlara düşmemek için bunların hepsini sorgulamak gerekir.

Girişimcilikte ilk zamanlarda daha çok siz ön planda olursunuz, hayatınız, hikayeniz önemli yer tutar. Liderlik, koçluk özellikleriniz size çok farklı kapılar açar. Ve hikayeniz bir virüs halinde yayılmaya başlar. Hele de dramatik, cesur yanları var ise. Gelin yukarıdaki moral bozucu sorgulamaları şimdilik bir kenara bırakarak yapılabilecekleri sıralayalım;

1- Girişiminiz adına kişisel katkı sağlayabileceğiniz güçlü yanlarınızı ortaya koyun. Topluluk önünde konuşmaktan, çözüm üretmekten, güzel yazılar yazabilme yeteneğinize kadar. Sizin dahi bilmediğiniz güçlü yanlarınızı fark edeceksiniz ve daha da geliştireceksiniz.

2- Köşenize, kabuğunuza kapanmayın. Çıkın sahneye ve anlatın hem kendinizi, hem de girişiminizi. Sosyal medya siteleri yeter, artar bile.

3- Özel yaşamınızda ve aile ilişkisindeki dinamikleri atlamayın. Zamanınızı, enerjinizi tamamen projenize harcarsanız psikolojiniz ne hale gelir bilmem. Ve arkasından başarısızlık.

4- Açık olun, kendinizi mütevazi bir şekilde daha çok anlatın, tanıtın. Doğru bilgi vermek önemli.

5- Danışın, sürekli danışın, sorun ve araştırın.

6- Her şeyin sizin etrafınızda döneceğini düşünmeyin. Aksine sürekli bir şeylerin etrafında döneceksiniz. Kendinizle yüzleştiğinizde bir çok adımınızın gereksiz olduğunu göreceksiniz. Sizi oyalayacak yer, kişi ve olayları takip etmekten vazgeçin.

7- Gemileri yakmayı unutun. Öyle bir duruş sergileyin ki, başka kişiler, başka firmalar sizin için gemileri yakmaya hazır olsun.

8- Ticari fırsatları gözlemleyin, hava atacağınız ortamları değil.

9- Kimseye çaktırmadan en kötü sonuca hazırlıklı olun, kriz yönetim planınıız yedekte dursun.

10- Hiçbir şeyin sizden, yaşamınızdan daha değerli olduğunu unutmayın. En önemli proje sizsiniz aslında. İlk pazarlama planınızı kendiniz için yapın.

Sürekli ve tekrar, tekrar okumak gerek. Özellikle girişmcilerin, yöneticilerin yaşamdaki duruşlarını, düşünme ve karar verme yöntemlerini incelemek gerek. “Ben yaptım oldu, para zoruyla da olsa bu girişim olacak” dememek gerek. İnternet dünyasında, bu konu hakkında o kadar çok yazı var ki artık. Okuyun, not alın, ve siz de yazın hem başarılarınızı, hem de hatalarınızı.
Unutmayın, “marka sizsiniz…!”
*** Bu yazı http://www.webgirisim.com adresinde de yayınlanmıştır.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Nostradamus da söylemiştir belki !


İktisat Bankası ve Turkcell olmak üzere beş yıldan fazla bir süre Bilgi İşlem Departmanlarında projeler yaptım. Yani internet bankacılığından, call center uygulamalarına, GSM tarifelerinden, mobil pazarlama kampanyalarına kadar. Tabi bunların hepsi kurumsal uygulamalar idi. Şimdi web 2.0 gibi olanaklarla internet ve mobil ortamda yazılan uygulamalar daha farklı. En başta, artık “birey” den yola çıkılıyor. Toplumsal ağların ortaya çıkması ile oluşan platformlardan kurumsal markalar da pazarlama ve satış anlamında fayda sağlayabiliyor.

Bunun nedeni aslında basit. Evrendeki ilk varlık bireydir, yani iletişimin başladığı nokta. Demokrasi, özgürlük ve birlikte yaşama standartları yükseldikçe herkes yeniden bireyi keşfediyor. Bu durum teknoloji ürünleri için de geçerli, pazarlama stratejileri için de.


Yazılımlar da bu noktada, kişinin yaşamını kolaylaştırıcı hizmetler sunmak için yarışır hale geldi. Facebook, Twitter, Frienfeed, Linkedin, Xing, v.s. adını sayamayacağım bir çok uygulama. İletişim kanalları, dikey, paralel, çapraz ne derseniz deyin hayatımza girmiş durumda. Fakat bir karmaşa ve zorluk da beraberinde geliyor. Yani dağınıklık. İşte bu noktada web bilmem kaç sıfıra doğru giderken bireyin tüm yaşamını kayıt altına alabilecek, loglayabilecek, iz bıraktırabilecek ve arkasından takibini, raporlamasını çıkartabilecek uygulamalar geliştirecek.

Bu bloğun konusu olduğu için konuyu kişisel markalaşma açısından yorumlarsak şöye; şu andaki kişisel marka duruşumuzdan, hedeflerimize, networkümüze, yani tüm kişisel gelişim olarak adlandırılan sürece bir uygulamadan bakabileceğiz. Daha lokal ve özel “intranet” gibi uygulamalar oluşacak. Daha çok kişiselleştirilmiş ajandalar, kariyer hedef planları, kendimize gönderdiğimiz notlar, sosyal medya ve network yönetimi gibi uygulamalar ortaya çıkacak. Mikro yazılımlar, aplikasyonlar daha da artacak.


Tüm bunları herkes isteyecek mi, belki bir kısmını. Ama pazarlama gücü ile büyük çoğunluk kullanmak zorunda olacak. Tüm bunlar “big brother” ın mı işine yarayacak? Tabi ki “evet”. Ama zaten çoktandır yarıyor. Önemli olan kişisel güvenlik ve toplumsal çıkarların göz önüne alınarak bu tür projelere katılmaktır.

Bir zamanlar mobil pazarlama ajansımız vardı ve ilk mailingimizde “ mobil iletişim de geçici” demiştik. Çok cesurca bulundu, beğenildi. Aynı şeyi tekrarlıyorum, telepatik iletişim yöntemleri araştırılırken, yapay zeka ve nano teknolojiler geliştirilirken belki tüm bu yazdıklarımız da tarih olacak.

Çok iyi ifade edememiş olabilirim ama ülkemizdeki bir çok girişim projesinin bunları göz ardı ederek ortaya çıktığını fark ediyorum. Bir faydası olur umarım.

23 Eylül 2008 Salı

Ah bu planı bir uygulayabilsem!



Kişisel markalaşma planları aslında aşağıdaki iki madde çerçevesinde yapılabilir;

- Şu andaki marka duruşunuz nasıl ve bu sürecin hangi aşamasında bulunmaktasınız?

- Markalaşma çalışmalarınızda sizin için çok önemli şeyler neler, elinizde bir taslak çalışmanız var mı?

Bu konuda yıllık değerlendirme ve yeni plan yapmak daha akıllıca. Bu değerlendirme ve planlama maddelerine basitçe göz atalım;

1- Çevremde şu şekilde tanınıyorum ( 2 ya da 4 madde)

2- Gelecek yıl ise şu şekilde tanınmayı, algılanmayı planlıyorum ( 1 ya da 2 madde)

3- Şu andaki işim bana şu yönlerden yenilik, tecrübe ve cesaret kazandırıyor ( 1 ya da 3 madde)

4- Gelecek yıl, iş yaşamıma farklılık katabilecek yeni şu gibi özellikler getirmeyi planlıyorum ( 1 ya da 2 madde)

5- Son 90 günde şu gibi farklı bilgiler öğrendim, tecrübe edindim ( 1 ya da 3 madde)

6- Gelecek yıl, şu gibi yeni bilgi ve tecrübeler edineceğim ( 1 ya da 2 madde)

7- Son 90 günde sosyal networküme şu gibi önemli bağlantılar ekledim ( 2 ya da 4 isim)

8- Çevremde, görünürlük oranımı artırmak için şunları yapacağım ( 1 ya da 2 madde)

9- Son 90 günde, özgeçmişime yazabileceğim şu özelliği edindim ( 1 madde)

10- Özgeçmişim bu tarih itibariye şu özellikler nedeniyle farklı, gelecek yıl da şu şekilde olacak ( 1 ya da 2 madde)

David Grusenmeyer bu şekilde maddelemiş. Bakmayın siz bir iki madde diye yazıldığına. Her biri çok kapsamlı maddeler. Örneğin bu yılbaşı, ya da yıl sonu bu planı yapabilirsiniz. Blogumuzda yazdığımı her hangi plandan birinde % 50 den fazla başarı sağlayabilsek zaten bizi kimse tutamaz. Ama bir çoğumuzun yaşam şartlarında çok zor görünüyor. Bu zoru başaranlar da "kişisel marka" oluyor zaten.

Saygılarımla.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Rajesh Setty, Kişisel Markalaşmanın 4 D'si;


Uygulamaya geçmek, her şeydir. Hareket görmeyen her hayal, ümit hücrelerinizi yaşlandırır. Kişisel marka yapılandırması bir yolculuk, tek başına bir hedef değil. Belli bir süreç üzerinde çalışan bir iş gibi. Bu sürecin orta bir aşaması olduğu pek söylenemez. Uygulama başarısına göre sizi küçültür, ya da büyütür.

Kısa zaman dilimlerinde neleri uygulayabilirsiniz? Mantıklı bir dönem içerisinde, ölçülebilir süreç adımlarına sahip olarak kendinize nasıl bir yatırımda bulunabilirsiniz? Markalaşma yolculuğunda fokuslanabileceğiniz alanlar var. İşte uygulamaya geçmek için size 4 model;

- Discover
- Design
- Deploy
- Deal

Discover

Burada kendimize şu iki soruyu yöneltmemiz gerek. Bu dünyadan göçtükten uzun bir zaman sonra nasıl hatırlanmak istersiniz? Hadi uzun zamanı geçelim, siz evinizde otururken, o dört duvarın dışındaki tüm tanıdıklarınız adınız alındığında sizi nasıl anlatır acaba! Vizyonunuzu ortaya koyma adına neleri feda etmeye hazırsınız? Yoksa, bahaneler hazır mı, bir türlü yapamıyorum diye.

Design

Yaşamınızı tasarlıyorsunuz. Bu tasarım da ciddi özen gerektiren bir iş. Unutulmaması gereken ilk şey, hayatımızın zaman helezonundaki deneyimlerden oluştuğu. Hem geçmişteki tecrübelerinizi düşünün, hem de markanızı ileriye taşıyacak şu andaki güçlü, farklı, katma değer sunabileceğiniz özelliklerinizi. Bu yıl yaptıklarınızın gelecek yıl size faydası ne, bugün yaptıklarınızın yarın size faydası ne?

Deploy

Kişisel markalaşma tek başına oynanan bir oyun değildir. Çevrenizdeki insanlar markanızı nasıl görebilir, dokunabilir ve hissedebilir? Çalıştığınız sektörle ilgili bir makale yayınlayabilir misiniz? Ya da konferanslarda konuşabilmek. Blog ya da web sayfanız var mı kendinizi ifade edebildiğiniz. Sosyal medyadaki hareket kabiliyetiniz ne kadar? Özel ortamlardaki parlaklık, saygınlık oranınız nedir?

Deal

Yürürken konuşmak gibi bir durum. Çevrenize verdiğiniz marka sözünü ne kadar canlı tutabiliyorsunuz? Yoksa aklınıza gelince mi uyguluyorsunuz? Hiç bir şey verdiğiniz sözü tutmamaktan daha kötü olamaz.

Bu dört maddenin gerçek yaşama uygulanış süreci farklı şekillerde ortaya çıkabilir. İlk aşamaya tekrar dönebilir, yeni tesbitler yapabilir, tekrar kaldığımız yerden devam edebiliriz. Bu süreç bir tasarım ise ve siz de çatıyı net olarak görebiliyorsanız, karşınızda büyüleyici "siz" projesi durmaktadır artık. Bu projeyi tek başına götürmeniz mümkün değil, yardım istemekten çekinmeyin.

Kendinize meydan okumanızdan bahsediyoruz aslında. Dört maddenin her biri yolculuktaki aşamalar gibi. Kullanılabilir üm kaynaklarınızı ayırmanız gerek bu meydan okumaya. Başkalarının yolculuğuna da yardım etmeniz gerekir, bu da size çok şey kzandırır.

"Duydunuz zilin sesini, yarışma başladı, başarılar" demiyorum. Yavaş yavaş, sakince düşünerek, planlı bir şekilde, deriiiin bir nefes alarak başlayın. Kısa zamanda "hamdım, pişitim, yandım" demeyin sakın. Yolculuğun nerede biteceğini kimse bilemez. Siz sadece devam edin. Bu yolculuğun sonu her boyutta, yaşamdan sonra da size ve çevrenizdekilere güzellikler getirecektir.

12 Eylül 2008 Cuma

Kısır döngüden çıkmak için 20 öneri


Beni de bir çok kişiyi de bir kısır döngünün, aldanmışlığın, atalet girdabının içine sokan bazı durumlardan bahsetmek istiyorum. Daha önceki yazılarımda bu gibi durumlar için, "çaktırmadan kanımıza işleyen virüsler" diye bahsetmişitim. Bkz. http://markasizsiniz.blogspot.com/2008/06/kiisel-markanza-kar-virsler.html

İşte 20 maddelik oyalayan şeyler listesi;

1- Çok büyük hedefler koymak ve bu hedefleri bir an önce, anlamsız bir hırsla yapmaya çalışmak. Büyük hedefleri küçük adımlarla, bir plan dahilinde gerçekleştirmeye çalışmamak. Bu plan 10 yıl da olabilir 20 yıl da.

2- Yazılı hedefin olmaması, bize sürekli hatırlatacak bir araca sahip olamamak.

3- Başkalarının her söylediğini kafaya takmak, motivasyon ve konsantrasyon bozukluğu yaşayarak amaçtan sapmak. En başa dönmek istediğinizde aynı gücü tekrar bulamayabilirsiniz.

4- "En iyisini ben bilirim" diyerek kimseden tavsiye, görüş, eleştiri almamak. 2.madde ile karıştırmayalım lütfen.

5- Yönettiğimiz işteki paralel adımları özel yaşamda aksine sıra ile yapmaya çalışmak. Boşuna beklemek. Bunu spordan dil öğrenmeye, ilişkiden gezmeye kadar yorumlayabilirsiniz.

6- Sabırsızlığı ve hoşgörüsüzlüğü daha fazla örnek almak.

7- Hiçbir kazancı olmadığı halde, bir hedef peşinde oyalanıp durmak. Örneğin internet girişimcisi olacağım diye gereksiz sörflerle, takiplerle, özenmelele vakit kaybetmek. Asıl ticari görüşü kaçırmak.

8- İşi yapmakla yönetmenin farklını anlayamamak.

9- Geçmişte hangi bilinçle, nasıl tavırlar sergilediğimizi, şimdi olsa nasıl yapacağımızı düşünerek arasında farkı anlayamamak. Yani yavaş yavaş, çok yavaş bilinçlendiğimizi kabullenerek yaşamak!

10- Hem başkalarına, hem kendimize karşı yapmacık, sahte davranışlarda bulunmak. Büyük yalanlara, büyük bahanelere sığınmak.

11- Okumamak, araştırmamak, öğrenmemek ama sürekli ahkam kesmek, hava atmak.

12- "Mütevazi olmak" ile "kişisel pazarlamada sahnede olmak" kurallarını birbirine karıştırmak, yanlış yorumlamak.

13- Güç tatmini için insanlara korku vermek, sevgiyi insana saygıyı derin bir yerlerde hapsetmek.

14- Takdir edilmeyi, keşfedilmeyi beklemek. Halbuki emeğin değerini, yapan kişinin haricinde çok az kişinin fark edebileceğini anlayamamak ve sürekli şikayet etmek.

15- Kendi kendimizi yalnızlığa mahkum etmek. İletişimin, ilişkinin gücünü fark etmemiş olmak ve kabuk içinde yaşamak.

16- Sabırlı olacağım diye kendini ifade etmemek, saklamak. Öreğin iş dünyasında şikayet olur diye sorunu üstlerine bildirmemek.

17- Sevdiklerime, işime önem vereceğim diye kedimizi unutmak, yaşamı kaçırmak. Ne için olursa olsun bir çeşit başkalarının hayatını yaşamak.

18- Ümitsizliğin aslında ölmekten farkı olmadığını bilememek. Karamsar olmak, etrafa negatiflik saçmak.

19- Süreç mühendisi gibi yaşamdaki küçük fakat toplamda büyük yer kaplayan boşlukları, verimsizlikleri fark edememek, uyaranları da bir güzel haşlamak.

20- Bu maddeleri “nutuk” gibi algılayarak blogu kapatmak ve en azından bir kaçını, birkaç dakika olsa dahi düşünmemek.

Bugünlerde, "Marka Sizsiniz" için yine eski yanlış adımları tekrarlıyorum, o nedenle bu yazı önce kendime. Sizlere de faydası olabilir, deneyin.


Saygılarımla.

9 Eylül 2008 Salı

Öyle bir cv olsun ki ;


1- Word şablonlarından biri kesinlikle olmasın.

2- Bu bir ppt sunum, blog, web sayfası v.s. olabilir.

3- Doğum yerim Google Earth'e link olsun.

4- Medeni durumum evlilik fotoğrafım olsun.

5- Doğum tarihim bir sayaç ya da takvim görseli olsun.

6- Okuduğum okulların resimleri olsun.

7- Çalıştığım firmaların logoları ve kısa tanıtımları olsun.

8- Kişisel özelliklerim slogan ya da etiket şeklinde hızlıca görülebilsin.

9- Hedeflerimi resmedebileyim

10- Tüm bu gibi maddeler kendimden bir şeyler, espriler de katabilmeliyim.

v.s v.s.

Kısaca kendimi daha net ve yormadan anlatabileyim. Sesli olsun, görüntülü olsun. Arkadaşlarım ya da eski patronlarım beni anlatabilsin. Bu cv yi izleyen kişi kişisel markalaşma gelişimimi rahatça anlayabilsin ve ona göre karar versin. Bir ya da iki sayfalık word dökümanı neyi anlatabilir ki. O nedenle artık görsel cv projeleri artmaya başladı. Kişiler kendilerini ifade edecek şekilde bloglar, web sayfaları, sunumlar hazırlıyorlar.

Göze, kulağa hitap etmenin çok daha etkili olduğu ortada. Zaten ilk önce soft ortamlarda tanındığımıza göre sanırım eski model cv ler tarih olacak. Bir de bu görselliği en can alıcı spotlarla karşımızdakine sunabilir, kendimizi anlatabilirsek harika olur. Linkedin, Xing gibi platformlar da bu görselliği yakalamaya çalışıyor aslında. Ama konuya özel projeler de artık revaçta. Youtube, Facebook, Slideshare gibi platformlar da bu amaçla çok verimli kullanılabiliyor. Visualcv.com sadece bunlardan biri. Bu görsellikten yola çıkarak sosyal medyadaki kişisel markamızı daha ayrıntılı anlatabilecek bir platform harika olurdu değil mi?

Kendinizi en kısa ve en doğru şekilde anlatabilmeniz dileği ile.

Zahter, Messez ve Hırslar ...

Bu başlıkta bir çok kişi için iki adet yabancı kelime var. Önce bu kelimelerin geçtiği, büyük ihtimalle Arapça'dan geldiğini düşündüğüm atasözünü söyleyelim;

"Zahterden messez olmaz"

Belki, bilenler vardır, zahter bildiğimiz kekiktir. Messez ise -af buyurun- hayvanları yönlendirmek için kullanılan uzun ince bir ağaç dalı, yani sopadır. Kekik gibi küçük zayıf bir bitkinin bir sopa kadar sağlam olması ve iş görmesi mümkün mü? Tabi ki, hayır. Bu iki nesne neden karşılaştırılmış gelin ona bakalım.

Rahmetli babam, bu sözü çok büyük hırslar peşinde koşan, yaşam şartlarına bakmadan ütopik hayaller kuran insanlar için söylerdi. Yani "imkansız" olanı bu cümle ile ifade etmeye çalışırdı. Halbuki, babam feci şekilde hırslı, iş bitirici, hedefleri olan, başarı peşinde koşan bir Anadolu çocuğu idi. Bilirsiniz, zorlu yaşam hikayeleri olan, köyden kente yerleşip kendini geliştirebilen, çocuklarına gelecek sağlayabilen insanları. Bu insanların hem hayalleri vardı, hem de realite algıları. Yani dengeli bir hırs metaforu. Şimdi beni, sizi, onları bu çerçevede inceleyelim.

İletişim, teknoloji, eğitim arttıkça güç, rekabet ve hırs değerlerimiz de yükseliyor. Ve arkasından gelen iç-dış kavgalar, çatışmalar, hüsranlar, ümitsizlikler. Akrep burcu olanlar bilir, nasıl bir anda hırslarının esiri olabileceklerini. Bu hem iş hayatında, hem de özel yaşamda olabilir. Bir şekilde doğuştan genlerimize yerleşmiş kazanma, başarma arzusundan, güç sevdasından bahsediyoruz. Belki de imkansızı istiyoruz, belki de yanlış sularda yol alıyoruz, belki de yanlış duvara merdiven dayadık, tırmanıyoruz, düşüyoruz tekrar tırmanıyoruz. Bir an olsun baş döndürücü hızla dönen dünyamızı durdurmuyoruz.

Bu yaşam tarzı kişileri hep bir şeyler yapmaya mecbur kılıyor sanki. Para için, şöhret için, güç için. Örneğin girişim tutkunu olan insanlar kendilerini hep bir proje yapmak zorunda hissederler. Girişimcilik güzeldir, denemek, risk almak güzeldir, büyük bir iç tatmindir ama ya oyunun kurallarını hala öğrenememiş isek. Çırpınır dururuz ve aynı adımlarla farklı sonuçları almaya çalışırız.

İnsan, kendini sürekli geliştirmek zorunda olan bir varlık. Hedefleri, ümitleri olması gerek. Doğru. Ama çapımıza bakmadan çok büyük hayallere girişmek ve başarısız olunca da pes etmek hiç doğru değil. Zahter, messez hikayesi imkansız olan bir mantığı sergiliyor. Ama bu karşılaştırma büyümek, gelişmek, güçlenmek için doğru değil. Çünkü insan düşünen bir varlık, bir bitki değil. Bir çalı, bir sopa kadar sağlam olamaz ama kendini geliştiren bir çocuk dünyaya yön veren bir insan olabiliyor. Kader, kısmet diyenler olabilir. Tamam ama bizim bu korkuları değil sadece yeteri kadar çaba sarfetmeyi, çalışmayı düşünmemiz gerekiyor. Eskiler de bu sözleri aklı beş karış havada olan insanların ayakları yere bassın diye söylemişler zaten.

Girişimciler, iş adamları, öğrenciler, yani tüm insanlar; sürekli başarmak, kazanmak, güçlü olmak zorunda değiliz. Hepimiz, önce insan olmanın doğal seyrinde yol almalıyız. Aşırılıkların hücrelerimizi nasıl kemirdiğini bilmek zorundayız. Tarihi, geçmişi bir ders olarak değil örnek alınacak bir hazine olarak görmeliyiz. Ve oradan gelen bu gibi atasözlerini sürekli duymalıyız, günümüze yorumlamalıyız. Ama bu gibi atasözlerini yanlış yorumlayarak asla ümitsizliğe kapılmamalıyız. Sadece oyunun kurallarını çok iyi öğrenmeli ve uygulamalıyız.

Gelin siz bunu kişisel markalaşma çabanıza yorumlayın. Hayallerinizi ve şartlarınızı realist bir şekilde önünüze koyun ve yorumlayın. Kendinize süre verin, plan yapın, çok çalışın ama ne olur doğallığınızı, dinginliğinizi bozmayın. En büyük tutkunuz "öncelikle sıfır noktasındaki duruşunu koruyabilen bir insan olmak" olsun.

Saygılarımla.


2 Eylül 2008 Salı

"Asla Yalnız Yeme" yenlerin 15 özelliği


Bugünlerde Keith Ferrazzi’nin "Asla Yalnız Yeme" adlı kitabını okuyorum. Hayran, hayran okuyorum işte. Ferrazzi gibi dünya çapında kitapları satılan, konuşmalar yapan, liderlere danışmanlık-koçluk yapan insanların bana göre en önemli özelliği "samimi ve açık" olmalarıdır. Yetiştikleri kültürden de kaynaklanıyor olabilir. Ya da öğrenilmiş, keşfedilmiş bir özellik olarak yaşamları boyunca devam ettirirler bu davranışlarını. Kısaca maddelemek istiyorum bu özellikleri;

1- Aile yaşamlarını, geçmişlerini, sıkıntılarını, çocuklukta geçirdikleri psikolojik travmaları dahi çok açık anlatabiliyorlar.

2- Akrabalarından, çevrelerinden herhangi birini saygılı birşekilde rahatça eleştirebiliyorlar. Bu kişi babaları, anneleri dahi olabiliyor.

3- Hedeflerini, çocukluktan bu yana net bir şekilde neler olduğunu ifade ediyorlar.

4- Özendikleri, imrendikleri, hatta kıskandıkları insanları, hikayeleri hiç aşağılık kompleksi duymadan anlatabiliyorlar.

5- Ne özgüvenlerini, ne de güvensizliklerini hiç saklamıyorlar.

6- Tevazu gösteriyorlar fakat güçlü oldukları yönlerini anlatmadan, vurgulamadan geçmiyorlar.

7- Başarılarını yazarak, anlatarak tekrar tekrar alkışlıyorlar.

8- Başarısızlıklarını daha detaylı anlatıyor ve nasıl ders aldıklarını bir bir sıralıyorlar.

9- Kişisel marka duruşu ile ilgili samimiyetsizce, yapmacık olan tavırları hiç tasvip etmiyorlar.

10- Hem kendi hikayelerine, hem de başkalarının hikayelerine müthiş saygı duyuyorlar.

11- Yazdıkları cümleleri okuduğunuzda bu insanların ömür boyu hangi hedefleri olduğunu, nasıl bir kişisel marka duruşu sergileyebileceklerini net olarak anlıyorsunuz.

12- Yapacakları uyarıyı, lafı hiçi dolaştırmadan tokat gibi çarpabiliyorlar.

13- Zamanı verimli kullanma konusunda çok çok hassas davranıyorlar ve bunu sürekli vurguluyorlar.

14- Hedef kitleleri ile olan iletişim kanallarını sürekli hatırlatıyor ve sıcak ilişkiler içinde oluyorlar.

15- Önceki yazılarımdan birinin konusu bu idi. Geç olsa dahi e-posta ve sorularınıza kesinlikle cevap veriyorlar. Yeter ki bir anlamı olsun.

Ya ne bileyim işte, bu insanlar öylesine yaşamıyor, öylesine bakmıyor, öylesine yazmıyorlar. O nedenle bilmem kaç milyar nüfuslu dünyada bazen parmakla sayılabilecek kadar az sayıda oluyorlar.


Rica ediyorum, önce kendime sonra size sorsam. Ne kadar açık bir iletişimde bulunuyoruz? Kendimizi ne kadar açabiliyoruz çevremize? Yoksa hep yapmacık tavırlar mı sergiliyoruz? Başarısızlıklarımızın altında yatan asıl sebep; güven vermeyen bakışlarımız, yüzeysel kelimelerimiz, kibirli duruşumuz olmasın!

Yukarıda anlatmaya çalıştığım kişiler uzaydan gelmedi. Tarihe güzellikler de çirkinlikler de katan en önemli varlık hep insan oldu. Çünkü daha güzel donatılan başka bir yaratık yok. Ama kimi insan aldandı ve kimi de aldanmamak için çırpınıp duruyor hala. Keith Ferrazzi gibi insanları örnek alabilmek dileği ile.

29 Ağustos 2008 Cuma

Büyük yanılgı; “Keşfedilmeyi Beklemek“

Bir insanın marka değeri için oluşabilecek en büyük algı yanlışlığı, birileri tarafından keşfedilmeyi beklemektir. Üniversiteden mezun olunca, ”hemen gel sana bir iş verelim” denilmez. Bir alanda uzmanlaştığınızda, insan kaynakları departman ya da danışmanlık firmaları hemen peşinizden koşmaz. Dünyanın en yenilikçi, en yaratıcı, en teknolojik projelerini ortaya koysanız dahi finans çevreleri ”gel sana yatırım yapayım” demez. Hele ki bu saydıklarım, ülkemizde kurallara uysanız dahi, olma ihtimali çok daha azdır. Bu şekilde düşünen nice süper, zehir gibi gençler vardır ki ümitsizliğe kapılarak köşelerine çekilirler. Projelerini rafalara kaldırarak, her hangi bir işte uygun bir maaşla, çoluk çocuğa karışır emekliliklerini beklerler.

Keşfedilmeyi beklemenin tam tersi, kişisel markalaşma kurallarına önem vermektir. Yazılı hedefler belirlemekten, sürekli bir iletişim içerisinde olmaya kadar. (Bkz. Önceki yazılar) Yaşamınızda hiç bir şey tesadüf değildir desem bazıları beni kadercilikle suçlayabilir. Ama, öyle işte. İstediğiniz kadar çırpının, bir iş olmazsa olmaz ve daha fazla diretmenin bir anlamı yoktur. Hırsına yenik düşen komutanları, kralları, liderleri düşünün. Fakat, oyunu kuralına göre oynayanlar, stratejik ve planlı şekilde yol haritalarına uyanların başarısız olduğu çok az görülmüştür. Israrlı çabalar sonucunda geç dahi olsa başarıyı yakalamışlardır.

Kişisel markalaşma konusunda yazdığım ilk yazı Turkcell intranetinde 2002 yılında, Habercell adında sadece çalışanların görebildiği bir e-dergide idi. Yazının başlığı ”Marka Sizsiniz, Reklamınızı Yapın” oldu. Bu başlığı uzun çabalar sonucu bulmuştum aslında. Bundan 6 yıl önce daha dünyada Tom Peters’in ”brand called you” kavramı yeni yeni dillendiriliyordu, değil Türkiye’de. Çok az sayıda danışman ve eğitmenin gayretli çalışmaları vardı. Başlıktaki reklamınızı yapın ifadesi bir uyarı, iyi bir dilek, bir tavsiye, bir yol gösterme niteliğinde. Bir PR ajansı, bir marka strateji uzmanı gibi eğilmeniz gerek konuya. Tabi ki daha basite indirgeyerek.

Rekabet çok fazla, özel yaşamdan iş yaşamına kadar. Büyük bir yarış içinde fark edilmek, öne çıkmak, duruşumuzu sağlamlaştırmak kolay değil. Sürekli bir desenformasyon rüzgarı geçiyor üzerimizden. Bir şeyleri unutuyor, bir şeyleri atlıyoruz. Sonra da ”cevheranın derdini cevherfüruşan olmayan bilmez” diyerek kendimizi kandırıyoruz. Yok böyle bir şey. Çalışacaksın, kendini, gerekli, uygun mecralarda sürekli sunacaksın ve ümidini hiç kaybetmeyeceksin. İletişime de açık olacaksın. O zaman şansın seni bulam ihtimali yüksek olur.

Sosyal medya üzerinden tüm dünyaya bu kadar kolay iz bırakma yöntemleri var iken güzel bir özgeçmiş-kapak dahi yazamıyorsanız, kusura bakmayın derim. Uzmanı olduğunuz güçlü yanlarınızı blog ya da web üzerinden tüm dünyaya sunamıyorsanız, yine kusura bakmayın. Başarısızlıklar, yanlışlar olsa dahi doğru yöntemleri internetten araştırma zahmetine girmiyorsanız ona da kusura bakmayın derim. Alışkanlıklarınızın esiri olduğunuzu ve ısrarla aynı şeyleri yaptığınızı artık farkedin. Bu alışkanlıklar ve ”şeyler” sizi halen başarıya götürmüyorsa ve siz hala keşfedilmeyi bekliyorsanız, yazık, üzgünüm derim.

Çok defa kendime söylediğim gibi.

Saygılarımla.

Ne oldu bize!

Kişisel marka olmak sadece sosyal medya üzerinde boy göstermekle, havalı konuşmalar yapmakla, her yerde adını duyurmakla olmuyor. En başta vicdani değerleri sorgulamak gerekiyor. Ve bu konuda unutamayacağınız bir yazı var aşağıdaki linkte. Sayın Prof. Dr. Yıldız Batırbaygil’in yazısı yataktan her sabah kalktığımızda okunacak yazı şeklinde.

http://www.haberturk.com/haber.asp?id=93948&cat=200&dt=2008/08/28

28 Ağustos 2008 Perşembe

10 maddelik öneri paketi

1- Kendiniz ve başkalarınız için yaşama kattığınız anlam nedir? İnsanlar sizi çok kısa düşündüklerinde akıllarına gelen cümle ya da “keyword“ , “tag“ ler ne olur. Marka konumlandırma uzmanları bu kelimelerin ya da cümlenin 10 kelimeyi aşmaması gerektiğini söyler. Hatta bazıları da 3 kelime ile anlatılabilmeli ve hatırlanabilmelisiniz der.

2- Sizinle iletişime ilk kez geçen, görüşen bir kişi sonraki haftalarda bunu devam ettiriyor mu? Sizi başkaları ile tanıştırmak istiyor mu? Ya da yeni tanıştığınız biri size bağlantıda olabilmek için iletişim bilgilerinin ne kadarını sunuyor.

3- Tutkularınızı, farklılıklarınızı, katma değerlerinizi çevrenize söylemekten çekinmeyin. Sızma şeklinde, virüs gibi yayılmalı, transfer olmalı bu özellikleriniz. İster birebir görüşmelerle, ister yeni sosyal medya araçları üzerinden.

4- Yaşamınızda siz ve başkalrı için kaldıraç görevi yapan, harekete geçiren manivela gibi kabiliyetleriniz nelerdir? Özellikle vurgulanan, sizi farklı kılan yönünüz nedir? Sürekli, tutarlı bir şekilde bu özelliklerinizi her gün aksyona dönüştürüyor musunuz?

5- Her insan ne istediğini, hedeflerini bilemez. Bir çok noktadan gelen iletişim baskını altında gibiyiz. Kafamız daha da karışıyor. Yalın bir şekilde insanların ne istediklerini bulmalarına yardım edin, yol gösterin, birlikte deneyin. Kurtarıcı bi öncü gibi olursunuz.

6- İnsanların size bağlanmasına, sizi hissetmelerine izin verin. Her iletişiminizde kişisel marka ruhunuzdan bir iz bırakın. Bu şekilde birlikte bir şeyler yapmak daha fazla zevk ve güven verici olacaktır.

7- Her insanın doğal yetenklerinin bir birinden farklı olabileceğini unutmayın. Bu yetenekleri gözden kaçırarak genelde zorlama uğraşlar peşinde koşarız. Bu bizi hem yorar, hem de maddi manevi olarak bir tatmin getirmez.

8- Kıskanılabilir ya da birileri tarafından başarısız olmanız istenebilir. Bunlar doğal şeyler. Hazırlıklı ve tetikte olmanızı sağlar. Siz yine de bu insanlara tersine iyi niyet ve temennilerle karşılık verin.

9- Kişisel markanızı geliştirmeyi sabırla her yerde, her alanda bir dantela gibi dokuyun. Zamanla tahmin edemeyeceğiniz şekilde size dönüşleri olacaktır.


10- Reklam, ısrarla tekrar etmektir aslında. Yaşamdaki marka duruşunuzu sürekli ve geliştirerek tekrar edin. Örnek almak, danışmak, geri bildirimleri değerlendirmek de önemli.
*** Paul Copcutt on February 22, 2008 in Expressing Your Brand'ten derlenmiştir.

25 Ağustos 2008 Pazartesi

En iddialı duruş, iddiasız olandır.

"Ben yaptım, ben ettim, şu küçük dağları da ben yarattım, bu şirketi, bu departmanı bu hale ben getirdim" Kulağa nasıl geliyor, iddialı ama hiç hoş değil, değil mi! Ego had safhada ve damarlarımızda kan yerine gurur akıyor sanki. Özellikle de yönetici kesiminde. Başarılı, zeki, süper aktif bir insan olabilirsiniz. Ama bu, dünyayı, hele ki başkalarının dünyasını sizin yönettiğiniz anlamına gelmez ki?

Kişisel markalaşma bir "duruş" tur. Bu duruş sizi bir yerlere taşır ya da yarı yolda bırakır. Burnundan kıl aldırmayan, eleştirilere tahammülü olmayan, yönettiği şirketi ya da departmanı aslında deneme tahtası gibi kullanan insanlardan öğrenilebilecek tek şey, marka duruşunu bu şekilde sergilememektir. Kişisel gelişim kitapları ısrarla gerçek liderliği, koçluğu anlatır durur. Fakat bu bahsettiğim tipte insanlar işin uygulama yönüyle değil de "o kitabı ben de okudum" havasını atmakla ilgilenir.

Bu tipte kişiliklerin kendilerine ve çevrelerine güvenle ilgili sorunları vardır, emin olun. Bu kişi bir yönetici ise; fırça atmak için konuşmaya, güzellik değil hata bulmak için bakmaya başlar. Ve kesinlikle bu tarzı için bir bahanesi vardır. Hep merak etmişimdir, üst düzey yöneticileri kim eleştirir acaba. Pazarlamanın "p" lerinden, koçluğun "k" sınden anlamayan bu insanlar hayatlarını sadece paranın "p" sinden anlayarak mı geçirirler.

Ve yine yöneticilerden devam edelim. Sevgi, empati, saygı yerine korku imparatorluğu kurmayı tercih eden patron tiplerden. Kusura bakmayın ama sevilmezsiniz. Paranız ve gücünüz olduğu için yüzünüze gülünür ama arkanızdan bol bol konuşulur. Her yiğidin bir yoğurt yemesi vardır, tabi ki katılıyorum. Ama günümüz dünyasında doğru yönetim metodlarını da duymayan, bilmeyen kalmamıştır. Yani her yiğit yönetici yoğurdu hemen hemen aynı şekilde yemek zorundadır. Özellikle çalışanlarına karşı tavırlarında.

Yalın, saf, duru, sade bir "duruş" sadece yöneticiler için değil, anne, baba, öğretmen, usta, çırak herkes için gereklidir. En başta kendi yaşamınızı büyük çelişkilerden, çekişmelerden, hırs yorgunluğundan kurtarmış olursunuz. İnsanlar sizinle konuşmak, ya da dinlemek için can atar. Sesinizi duymak, yazdıklarınızı okumak onlara nefes almak kadar kolay gelir ve huzur verir. Kilionuz ağır olsa da siz siz olun insanlara ağır gelmeyin. Her işinizde her hareketinizde ezici bir iddia taşımayın. İddialı duruş vücut duruşunuzu, mimiklerinizi, bakışlarınızı dahi etkiler. Sürekli "baskın gelme" şeklinde bir havada olursunuz.

Bu cümleleri yazarken asla atalette kalmaktan, pasiflikten, geri durmaktan, hakkını, görüşünü savunmamaktan bahsetmiyorum. Aksine her hareketiniz, her bakışınız öyle bir iddialı olsun ki, içinde iddianı "i" si dahi olmasın.


İddia zorlamadır, hep yarışta olmak, hep rakip aramaktır. "Sessizlik" atmosferinin de büyük bir iletişim olduğunu unutmayın. Kendin olmak, sahip olmaya çalışmamak, doğal olmak en büyük zenginliktir. Bir kitapta, en büyük hilenin, hilesizlik olduğunu okumuştum. Ben de diyorum ki, en büyük iddia, iddiasız olmaktır.

Saygılarımla.