24 Eylül 2008 Çarşamba

Nostradamus da söylemiştir belki !


İktisat Bankası ve Turkcell olmak üzere beş yıldan fazla bir süre Bilgi İşlem Departmanlarında projeler yaptım. Yani internet bankacılığından, call center uygulamalarına, GSM tarifelerinden, mobil pazarlama kampanyalarına kadar. Tabi bunların hepsi kurumsal uygulamalar idi. Şimdi web 2.0 gibi olanaklarla internet ve mobil ortamda yazılan uygulamalar daha farklı. En başta, artık “birey” den yola çıkılıyor. Toplumsal ağların ortaya çıkması ile oluşan platformlardan kurumsal markalar da pazarlama ve satış anlamında fayda sağlayabiliyor.

Bunun nedeni aslında basit. Evrendeki ilk varlık bireydir, yani iletişimin başladığı nokta. Demokrasi, özgürlük ve birlikte yaşama standartları yükseldikçe herkes yeniden bireyi keşfediyor. Bu durum teknoloji ürünleri için de geçerli, pazarlama stratejileri için de.


Yazılımlar da bu noktada, kişinin yaşamını kolaylaştırıcı hizmetler sunmak için yarışır hale geldi. Facebook, Twitter, Frienfeed, Linkedin, Xing, v.s. adını sayamayacağım bir çok uygulama. İletişim kanalları, dikey, paralel, çapraz ne derseniz deyin hayatımza girmiş durumda. Fakat bir karmaşa ve zorluk da beraberinde geliyor. Yani dağınıklık. İşte bu noktada web bilmem kaç sıfıra doğru giderken bireyin tüm yaşamını kayıt altına alabilecek, loglayabilecek, iz bıraktırabilecek ve arkasından takibini, raporlamasını çıkartabilecek uygulamalar geliştirecek.

Bu bloğun konusu olduğu için konuyu kişisel markalaşma açısından yorumlarsak şöye; şu andaki kişisel marka duruşumuzdan, hedeflerimize, networkümüze, yani tüm kişisel gelişim olarak adlandırılan sürece bir uygulamadan bakabileceğiz. Daha lokal ve özel “intranet” gibi uygulamalar oluşacak. Daha çok kişiselleştirilmiş ajandalar, kariyer hedef planları, kendimize gönderdiğimiz notlar, sosyal medya ve network yönetimi gibi uygulamalar ortaya çıkacak. Mikro yazılımlar, aplikasyonlar daha da artacak.


Tüm bunları herkes isteyecek mi, belki bir kısmını. Ama pazarlama gücü ile büyük çoğunluk kullanmak zorunda olacak. Tüm bunlar “big brother” ın mı işine yarayacak? Tabi ki “evet”. Ama zaten çoktandır yarıyor. Önemli olan kişisel güvenlik ve toplumsal çıkarların göz önüne alınarak bu tür projelere katılmaktır.

Bir zamanlar mobil pazarlama ajansımız vardı ve ilk mailingimizde “ mobil iletişim de geçici” demiştik. Çok cesurca bulundu, beğenildi. Aynı şeyi tekrarlıyorum, telepatik iletişim yöntemleri araştırılırken, yapay zeka ve nano teknolojiler geliştirilirken belki tüm bu yazdıklarımız da tarih olacak.

Çok iyi ifade edememiş olabilirim ama ülkemizdeki bir çok girişim projesinin bunları göz ardı ederek ortaya çıktığını fark ediyorum. Bir faydası olur umarım.

23 Eylül 2008 Salı

Ah bu planı bir uygulayabilsem!



Kişisel markalaşma planları aslında aşağıdaki iki madde çerçevesinde yapılabilir;

- Şu andaki marka duruşunuz nasıl ve bu sürecin hangi aşamasında bulunmaktasınız?

- Markalaşma çalışmalarınızda sizin için çok önemli şeyler neler, elinizde bir taslak çalışmanız var mı?

Bu konuda yıllık değerlendirme ve yeni plan yapmak daha akıllıca. Bu değerlendirme ve planlama maddelerine basitçe göz atalım;

1- Çevremde şu şekilde tanınıyorum ( 2 ya da 4 madde)

2- Gelecek yıl ise şu şekilde tanınmayı, algılanmayı planlıyorum ( 1 ya da 2 madde)

3- Şu andaki işim bana şu yönlerden yenilik, tecrübe ve cesaret kazandırıyor ( 1 ya da 3 madde)

4- Gelecek yıl, iş yaşamıma farklılık katabilecek yeni şu gibi özellikler getirmeyi planlıyorum ( 1 ya da 2 madde)

5- Son 90 günde şu gibi farklı bilgiler öğrendim, tecrübe edindim ( 1 ya da 3 madde)

6- Gelecek yıl, şu gibi yeni bilgi ve tecrübeler edineceğim ( 1 ya da 2 madde)

7- Son 90 günde sosyal networküme şu gibi önemli bağlantılar ekledim ( 2 ya da 4 isim)

8- Çevremde, görünürlük oranımı artırmak için şunları yapacağım ( 1 ya da 2 madde)

9- Son 90 günde, özgeçmişime yazabileceğim şu özelliği edindim ( 1 madde)

10- Özgeçmişim bu tarih itibariye şu özellikler nedeniyle farklı, gelecek yıl da şu şekilde olacak ( 1 ya da 2 madde)

David Grusenmeyer bu şekilde maddelemiş. Bakmayın siz bir iki madde diye yazıldığına. Her biri çok kapsamlı maddeler. Örneğin bu yılbaşı, ya da yıl sonu bu planı yapabilirsiniz. Blogumuzda yazdığımı her hangi plandan birinde % 50 den fazla başarı sağlayabilsek zaten bizi kimse tutamaz. Ama bir çoğumuzun yaşam şartlarında çok zor görünüyor. Bu zoru başaranlar da "kişisel marka" oluyor zaten.

Saygılarımla.

17 Eylül 2008 Çarşamba

Rajesh Setty, Kişisel Markalaşmanın 4 D'si;


Uygulamaya geçmek, her şeydir. Hareket görmeyen her hayal, ümit hücrelerinizi yaşlandırır. Kişisel marka yapılandırması bir yolculuk, tek başına bir hedef değil. Belli bir süreç üzerinde çalışan bir iş gibi. Bu sürecin orta bir aşaması olduğu pek söylenemez. Uygulama başarısına göre sizi küçültür, ya da büyütür.

Kısa zaman dilimlerinde neleri uygulayabilirsiniz? Mantıklı bir dönem içerisinde, ölçülebilir süreç adımlarına sahip olarak kendinize nasıl bir yatırımda bulunabilirsiniz? Markalaşma yolculuğunda fokuslanabileceğiniz alanlar var. İşte uygulamaya geçmek için size 4 model;

- Discover
- Design
- Deploy
- Deal

Discover

Burada kendimize şu iki soruyu yöneltmemiz gerek. Bu dünyadan göçtükten uzun bir zaman sonra nasıl hatırlanmak istersiniz? Hadi uzun zamanı geçelim, siz evinizde otururken, o dört duvarın dışındaki tüm tanıdıklarınız adınız alındığında sizi nasıl anlatır acaba! Vizyonunuzu ortaya koyma adına neleri feda etmeye hazırsınız? Yoksa, bahaneler hazır mı, bir türlü yapamıyorum diye.

Design

Yaşamınızı tasarlıyorsunuz. Bu tasarım da ciddi özen gerektiren bir iş. Unutulmaması gereken ilk şey, hayatımızın zaman helezonundaki deneyimlerden oluştuğu. Hem geçmişteki tecrübelerinizi düşünün, hem de markanızı ileriye taşıyacak şu andaki güçlü, farklı, katma değer sunabileceğiniz özelliklerinizi. Bu yıl yaptıklarınızın gelecek yıl size faydası ne, bugün yaptıklarınızın yarın size faydası ne?

Deploy

Kişisel markalaşma tek başına oynanan bir oyun değildir. Çevrenizdeki insanlar markanızı nasıl görebilir, dokunabilir ve hissedebilir? Çalıştığınız sektörle ilgili bir makale yayınlayabilir misiniz? Ya da konferanslarda konuşabilmek. Blog ya da web sayfanız var mı kendinizi ifade edebildiğiniz. Sosyal medyadaki hareket kabiliyetiniz ne kadar? Özel ortamlardaki parlaklık, saygınlık oranınız nedir?

Deal

Yürürken konuşmak gibi bir durum. Çevrenize verdiğiniz marka sözünü ne kadar canlı tutabiliyorsunuz? Yoksa aklınıza gelince mi uyguluyorsunuz? Hiç bir şey verdiğiniz sözü tutmamaktan daha kötü olamaz.

Bu dört maddenin gerçek yaşama uygulanış süreci farklı şekillerde ortaya çıkabilir. İlk aşamaya tekrar dönebilir, yeni tesbitler yapabilir, tekrar kaldığımız yerden devam edebiliriz. Bu süreç bir tasarım ise ve siz de çatıyı net olarak görebiliyorsanız, karşınızda büyüleyici "siz" projesi durmaktadır artık. Bu projeyi tek başına götürmeniz mümkün değil, yardım istemekten çekinmeyin.

Kendinize meydan okumanızdan bahsediyoruz aslında. Dört maddenin her biri yolculuktaki aşamalar gibi. Kullanılabilir üm kaynaklarınızı ayırmanız gerek bu meydan okumaya. Başkalarının yolculuğuna da yardım etmeniz gerekir, bu da size çok şey kzandırır.

"Duydunuz zilin sesini, yarışma başladı, başarılar" demiyorum. Yavaş yavaş, sakince düşünerek, planlı bir şekilde, deriiiin bir nefes alarak başlayın. Kısa zamanda "hamdım, pişitim, yandım" demeyin sakın. Yolculuğun nerede biteceğini kimse bilemez. Siz sadece devam edin. Bu yolculuğun sonu her boyutta, yaşamdan sonra da size ve çevrenizdekilere güzellikler getirecektir.

12 Eylül 2008 Cuma

Kısır döngüden çıkmak için 20 öneri


Beni de bir çok kişiyi de bir kısır döngünün, aldanmışlığın, atalet girdabının içine sokan bazı durumlardan bahsetmek istiyorum. Daha önceki yazılarımda bu gibi durumlar için, "çaktırmadan kanımıza işleyen virüsler" diye bahsetmişitim. Bkz. http://markasizsiniz.blogspot.com/2008/06/kiisel-markanza-kar-virsler.html

İşte 20 maddelik oyalayan şeyler listesi;

1- Çok büyük hedefler koymak ve bu hedefleri bir an önce, anlamsız bir hırsla yapmaya çalışmak. Büyük hedefleri küçük adımlarla, bir plan dahilinde gerçekleştirmeye çalışmamak. Bu plan 10 yıl da olabilir 20 yıl da.

2- Yazılı hedefin olmaması, bize sürekli hatırlatacak bir araca sahip olamamak.

3- Başkalarının her söylediğini kafaya takmak, motivasyon ve konsantrasyon bozukluğu yaşayarak amaçtan sapmak. En başa dönmek istediğinizde aynı gücü tekrar bulamayabilirsiniz.

4- "En iyisini ben bilirim" diyerek kimseden tavsiye, görüş, eleştiri almamak. 2.madde ile karıştırmayalım lütfen.

5- Yönettiğimiz işteki paralel adımları özel yaşamda aksine sıra ile yapmaya çalışmak. Boşuna beklemek. Bunu spordan dil öğrenmeye, ilişkiden gezmeye kadar yorumlayabilirsiniz.

6- Sabırsızlığı ve hoşgörüsüzlüğü daha fazla örnek almak.

7- Hiçbir kazancı olmadığı halde, bir hedef peşinde oyalanıp durmak. Örneğin internet girişimcisi olacağım diye gereksiz sörflerle, takiplerle, özenmelele vakit kaybetmek. Asıl ticari görüşü kaçırmak.

8- İşi yapmakla yönetmenin farklını anlayamamak.

9- Geçmişte hangi bilinçle, nasıl tavırlar sergilediğimizi, şimdi olsa nasıl yapacağımızı düşünerek arasında farkı anlayamamak. Yani yavaş yavaş, çok yavaş bilinçlendiğimizi kabullenerek yaşamak!

10- Hem başkalarına, hem kendimize karşı yapmacık, sahte davranışlarda bulunmak. Büyük yalanlara, büyük bahanelere sığınmak.

11- Okumamak, araştırmamak, öğrenmemek ama sürekli ahkam kesmek, hava atmak.

12- "Mütevazi olmak" ile "kişisel pazarlamada sahnede olmak" kurallarını birbirine karıştırmak, yanlış yorumlamak.

13- Güç tatmini için insanlara korku vermek, sevgiyi insana saygıyı derin bir yerlerde hapsetmek.

14- Takdir edilmeyi, keşfedilmeyi beklemek. Halbuki emeğin değerini, yapan kişinin haricinde çok az kişinin fark edebileceğini anlayamamak ve sürekli şikayet etmek.

15- Kendi kendimizi yalnızlığa mahkum etmek. İletişimin, ilişkinin gücünü fark etmemiş olmak ve kabuk içinde yaşamak.

16- Sabırlı olacağım diye kendini ifade etmemek, saklamak. Öreğin iş dünyasında şikayet olur diye sorunu üstlerine bildirmemek.

17- Sevdiklerime, işime önem vereceğim diye kedimizi unutmak, yaşamı kaçırmak. Ne için olursa olsun bir çeşit başkalarının hayatını yaşamak.

18- Ümitsizliğin aslında ölmekten farkı olmadığını bilememek. Karamsar olmak, etrafa negatiflik saçmak.

19- Süreç mühendisi gibi yaşamdaki küçük fakat toplamda büyük yer kaplayan boşlukları, verimsizlikleri fark edememek, uyaranları da bir güzel haşlamak.

20- Bu maddeleri “nutuk” gibi algılayarak blogu kapatmak ve en azından bir kaçını, birkaç dakika olsa dahi düşünmemek.

Bugünlerde, "Marka Sizsiniz" için yine eski yanlış adımları tekrarlıyorum, o nedenle bu yazı önce kendime. Sizlere de faydası olabilir, deneyin.


Saygılarımla.

9 Eylül 2008 Salı

Öyle bir cv olsun ki ;


1- Word şablonlarından biri kesinlikle olmasın.

2- Bu bir ppt sunum, blog, web sayfası v.s. olabilir.

3- Doğum yerim Google Earth'e link olsun.

4- Medeni durumum evlilik fotoğrafım olsun.

5- Doğum tarihim bir sayaç ya da takvim görseli olsun.

6- Okuduğum okulların resimleri olsun.

7- Çalıştığım firmaların logoları ve kısa tanıtımları olsun.

8- Kişisel özelliklerim slogan ya da etiket şeklinde hızlıca görülebilsin.

9- Hedeflerimi resmedebileyim

10- Tüm bu gibi maddeler kendimden bir şeyler, espriler de katabilmeliyim.

v.s v.s.

Kısaca kendimi daha net ve yormadan anlatabileyim. Sesli olsun, görüntülü olsun. Arkadaşlarım ya da eski patronlarım beni anlatabilsin. Bu cv yi izleyen kişi kişisel markalaşma gelişimimi rahatça anlayabilsin ve ona göre karar versin. Bir ya da iki sayfalık word dökümanı neyi anlatabilir ki. O nedenle artık görsel cv projeleri artmaya başladı. Kişiler kendilerini ifade edecek şekilde bloglar, web sayfaları, sunumlar hazırlıyorlar.

Göze, kulağa hitap etmenin çok daha etkili olduğu ortada. Zaten ilk önce soft ortamlarda tanındığımıza göre sanırım eski model cv ler tarih olacak. Bir de bu görselliği en can alıcı spotlarla karşımızdakine sunabilir, kendimizi anlatabilirsek harika olur. Linkedin, Xing gibi platformlar da bu görselliği yakalamaya çalışıyor aslında. Ama konuya özel projeler de artık revaçta. Youtube, Facebook, Slideshare gibi platformlar da bu amaçla çok verimli kullanılabiliyor. Visualcv.com sadece bunlardan biri. Bu görsellikten yola çıkarak sosyal medyadaki kişisel markamızı daha ayrıntılı anlatabilecek bir platform harika olurdu değil mi?

Kendinizi en kısa ve en doğru şekilde anlatabilmeniz dileği ile.

Zahter, Messez ve Hırslar ...

Bu başlıkta bir çok kişi için iki adet yabancı kelime var. Önce bu kelimelerin geçtiği, büyük ihtimalle Arapça'dan geldiğini düşündüğüm atasözünü söyleyelim;

"Zahterden messez olmaz"

Belki, bilenler vardır, zahter bildiğimiz kekiktir. Messez ise -af buyurun- hayvanları yönlendirmek için kullanılan uzun ince bir ağaç dalı, yani sopadır. Kekik gibi küçük zayıf bir bitkinin bir sopa kadar sağlam olması ve iş görmesi mümkün mü? Tabi ki, hayır. Bu iki nesne neden karşılaştırılmış gelin ona bakalım.

Rahmetli babam, bu sözü çok büyük hırslar peşinde koşan, yaşam şartlarına bakmadan ütopik hayaller kuran insanlar için söylerdi. Yani "imkansız" olanı bu cümle ile ifade etmeye çalışırdı. Halbuki, babam feci şekilde hırslı, iş bitirici, hedefleri olan, başarı peşinde koşan bir Anadolu çocuğu idi. Bilirsiniz, zorlu yaşam hikayeleri olan, köyden kente yerleşip kendini geliştirebilen, çocuklarına gelecek sağlayabilen insanları. Bu insanların hem hayalleri vardı, hem de realite algıları. Yani dengeli bir hırs metaforu. Şimdi beni, sizi, onları bu çerçevede inceleyelim.

İletişim, teknoloji, eğitim arttıkça güç, rekabet ve hırs değerlerimiz de yükseliyor. Ve arkasından gelen iç-dış kavgalar, çatışmalar, hüsranlar, ümitsizlikler. Akrep burcu olanlar bilir, nasıl bir anda hırslarının esiri olabileceklerini. Bu hem iş hayatında, hem de özel yaşamda olabilir. Bir şekilde doğuştan genlerimize yerleşmiş kazanma, başarma arzusundan, güç sevdasından bahsediyoruz. Belki de imkansızı istiyoruz, belki de yanlış sularda yol alıyoruz, belki de yanlış duvara merdiven dayadık, tırmanıyoruz, düşüyoruz tekrar tırmanıyoruz. Bir an olsun baş döndürücü hızla dönen dünyamızı durdurmuyoruz.

Bu yaşam tarzı kişileri hep bir şeyler yapmaya mecbur kılıyor sanki. Para için, şöhret için, güç için. Örneğin girişim tutkunu olan insanlar kendilerini hep bir proje yapmak zorunda hissederler. Girişimcilik güzeldir, denemek, risk almak güzeldir, büyük bir iç tatmindir ama ya oyunun kurallarını hala öğrenememiş isek. Çırpınır dururuz ve aynı adımlarla farklı sonuçları almaya çalışırız.

İnsan, kendini sürekli geliştirmek zorunda olan bir varlık. Hedefleri, ümitleri olması gerek. Doğru. Ama çapımıza bakmadan çok büyük hayallere girişmek ve başarısız olunca da pes etmek hiç doğru değil. Zahter, messez hikayesi imkansız olan bir mantığı sergiliyor. Ama bu karşılaştırma büyümek, gelişmek, güçlenmek için doğru değil. Çünkü insan düşünen bir varlık, bir bitki değil. Bir çalı, bir sopa kadar sağlam olamaz ama kendini geliştiren bir çocuk dünyaya yön veren bir insan olabiliyor. Kader, kısmet diyenler olabilir. Tamam ama bizim bu korkuları değil sadece yeteri kadar çaba sarfetmeyi, çalışmayı düşünmemiz gerekiyor. Eskiler de bu sözleri aklı beş karış havada olan insanların ayakları yere bassın diye söylemişler zaten.

Girişimciler, iş adamları, öğrenciler, yani tüm insanlar; sürekli başarmak, kazanmak, güçlü olmak zorunda değiliz. Hepimiz, önce insan olmanın doğal seyrinde yol almalıyız. Aşırılıkların hücrelerimizi nasıl kemirdiğini bilmek zorundayız. Tarihi, geçmişi bir ders olarak değil örnek alınacak bir hazine olarak görmeliyiz. Ve oradan gelen bu gibi atasözlerini sürekli duymalıyız, günümüze yorumlamalıyız. Ama bu gibi atasözlerini yanlış yorumlayarak asla ümitsizliğe kapılmamalıyız. Sadece oyunun kurallarını çok iyi öğrenmeli ve uygulamalıyız.

Gelin siz bunu kişisel markalaşma çabanıza yorumlayın. Hayallerinizi ve şartlarınızı realist bir şekilde önünüze koyun ve yorumlayın. Kendinize süre verin, plan yapın, çok çalışın ama ne olur doğallığınızı, dinginliğinizi bozmayın. En büyük tutkunuz "öncelikle sıfır noktasındaki duruşunu koruyabilen bir insan olmak" olsun.

Saygılarımla.


2 Eylül 2008 Salı

"Asla Yalnız Yeme" yenlerin 15 özelliği


Bugünlerde Keith Ferrazzi’nin "Asla Yalnız Yeme" adlı kitabını okuyorum. Hayran, hayran okuyorum işte. Ferrazzi gibi dünya çapında kitapları satılan, konuşmalar yapan, liderlere danışmanlık-koçluk yapan insanların bana göre en önemli özelliği "samimi ve açık" olmalarıdır. Yetiştikleri kültürden de kaynaklanıyor olabilir. Ya da öğrenilmiş, keşfedilmiş bir özellik olarak yaşamları boyunca devam ettirirler bu davranışlarını. Kısaca maddelemek istiyorum bu özellikleri;

1- Aile yaşamlarını, geçmişlerini, sıkıntılarını, çocuklukta geçirdikleri psikolojik travmaları dahi çok açık anlatabiliyorlar.

2- Akrabalarından, çevrelerinden herhangi birini saygılı birşekilde rahatça eleştirebiliyorlar. Bu kişi babaları, anneleri dahi olabiliyor.

3- Hedeflerini, çocukluktan bu yana net bir şekilde neler olduğunu ifade ediyorlar.

4- Özendikleri, imrendikleri, hatta kıskandıkları insanları, hikayeleri hiç aşağılık kompleksi duymadan anlatabiliyorlar.

5- Ne özgüvenlerini, ne de güvensizliklerini hiç saklamıyorlar.

6- Tevazu gösteriyorlar fakat güçlü oldukları yönlerini anlatmadan, vurgulamadan geçmiyorlar.

7- Başarılarını yazarak, anlatarak tekrar tekrar alkışlıyorlar.

8- Başarısızlıklarını daha detaylı anlatıyor ve nasıl ders aldıklarını bir bir sıralıyorlar.

9- Kişisel marka duruşu ile ilgili samimiyetsizce, yapmacık olan tavırları hiç tasvip etmiyorlar.

10- Hem kendi hikayelerine, hem de başkalarının hikayelerine müthiş saygı duyuyorlar.

11- Yazdıkları cümleleri okuduğunuzda bu insanların ömür boyu hangi hedefleri olduğunu, nasıl bir kişisel marka duruşu sergileyebileceklerini net olarak anlıyorsunuz.

12- Yapacakları uyarıyı, lafı hiçi dolaştırmadan tokat gibi çarpabiliyorlar.

13- Zamanı verimli kullanma konusunda çok çok hassas davranıyorlar ve bunu sürekli vurguluyorlar.

14- Hedef kitleleri ile olan iletişim kanallarını sürekli hatırlatıyor ve sıcak ilişkiler içinde oluyorlar.

15- Önceki yazılarımdan birinin konusu bu idi. Geç olsa dahi e-posta ve sorularınıza kesinlikle cevap veriyorlar. Yeter ki bir anlamı olsun.

Ya ne bileyim işte, bu insanlar öylesine yaşamıyor, öylesine bakmıyor, öylesine yazmıyorlar. O nedenle bilmem kaç milyar nüfuslu dünyada bazen parmakla sayılabilecek kadar az sayıda oluyorlar.


Rica ediyorum, önce kendime sonra size sorsam. Ne kadar açık bir iletişimde bulunuyoruz? Kendimizi ne kadar açabiliyoruz çevremize? Yoksa hep yapmacık tavırlar mı sergiliyoruz? Başarısızlıklarımızın altında yatan asıl sebep; güven vermeyen bakışlarımız, yüzeysel kelimelerimiz, kibirli duruşumuz olmasın!

Yukarıda anlatmaya çalıştığım kişiler uzaydan gelmedi. Tarihe güzellikler de çirkinlikler de katan en önemli varlık hep insan oldu. Çünkü daha güzel donatılan başka bir yaratık yok. Ama kimi insan aldandı ve kimi de aldanmamak için çırpınıp duruyor hala. Keith Ferrazzi gibi insanları örnek alabilmek dileği ile.