13 Kasım 2008 Perşembe

Taşındık, artık yeni mekanımıza bekleriz efendim


Her şey bir rüya ile başladı. Yazma ile ilgili bir rüya. Bana ilham veren, yol gösteren bir rüya oldu. Ama "nasıl, ne hakkında", derken 2002 yılından bu yana merak ettiğim, hobi şeklinde takip ettiğim konu geldi aklıma. "Kişisel Markalaşma". Dikkat lütfen, kişisel gelişim değil. Ve tabi 2002 yılında Turkcell intranetinde "Marka Sizsiniz, Reklamınızı Yapın" başlığı ile yazdığım amatör yazı geldi aklıma.

Bu bloğu açtım. Önce bu kültürü içime sindirmeye çalıştım, okudum, araştırdım ve hala da devam ediyorum. Hedefler koydum ama hırsımın pençesinden kurtularak. Aslında iflah olmaz bir girişimciyim ama bu defa daha farklı bir planım var. Öncelikle hem kendime hem sizlere faydalı olmaya çalışmak. Bu faydanın yüzdesi ileride projenin sonucunu belirleyecek.

Uzatmadan, artık yazılarımı bu sevgili bloğuma değil http://www.markasizsiniz.com web sayfama ekleyeceğim. Orada daha fazla ve farklı içerikler bulacaksınız. Yaşamınızdaki marka insanları da anlatabileceksiniz. İleride, kişisel markalaşmanız için size yardımcı aplikasyonlar bile düşünüyorum. Tabi ki gerekli talebi görürsem. Yoksa kendime saklayacağım :)

Buradaki içeriğin aynısı web sayfamızda da olacak. Aynı blog sadeliğinde ve kullanımı kolay.

Beni şaşırtan bir ilgi oldu. Herkese teşekkürlerimi sunuyorum.
Artık http://www.markasizsiniz.com'a bekleriz efendim.

Saygılarımla.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Algılarımız, sınırlarımızdır.


Zaman ve mekan algımızın bir ölçüsü var. Bu ölçü her birimizde farklıdır. Düşünme, karar verme, uygulama aşamalarında dahi belli kalıplar kullanırız. Çocukluğumuzdan bu yana bir şeyler bize sayılı boyutlarla anlatılır, öğretilir. Bunların hepsi sınırlarımızdır. Bu sınırları aşabilmek, doğuştan üstün özelliklere sahip ya da kendini fazlasıyla geliştirmiş kişilere nasip olur.

Belli kabiliyetlerimiz var ama biz daha fazla başarı istiyorsak yanılırız. Önemli olan bu kabiliyetleri doğru iş alanlarında kullanmak ve sürekli geliştirmeye çalışmaktır. Şans, kısmet deriz ya, kadere inansak da inanmasak da şunu biliriz ki, doğru “yer, zaman ve kişi” üçgeni birleştiğinde bu kısmetler bizi bulur. Çok az örneği vardır ki, tembel, iki kelimeyi bir araya getiremeyen, düşünmekten aciz insanlara fırsat kapıları açılsın. Eğer bir şekilde o fırsat kapısı denk geliyor ve kişi o kapıdan girerek verimli bir şekilde değerlendiriyorsa işte bu gerçekten şanstır. Ya da “yürü ya kulum” denmiştir yaygın bir tabir ile.

Gelin yaşamımızdaki bazı kategorileri nasıl algıladığımızı ele alalım. Örneğin şunları düşünüyor muyuz?

- Kendi dilimiz yerine hava atmak için yabancı kelimlere kullanıyorsak gelecek nesilleri nasıl bir tehlike bekler?

- Tarih bilincini sadece bir ders, bir sınav aracı gibi düşünürsek ve en azından belli noktalarını öğrenerek, ders alarak çocuklarımıza doğru şekilde anlatmazsak ne olur.

- Internet, sosyal medya, “reputation” v.s. diyerek aslında kendimizi oyalayarak hedef algımızı bilmeden sulandırıyorsak ne olur?

- Zamanı, mekanı, yaşamdaki tüm olayları ve araçlarını nasıl algılıyoruz? Tüm bunları lehimize mi aleyhimize mi kullanıyoruz?

- Kalbimizin de, nasıl beyin gibi düşündüğünü hiç araştırdık mı?

- Tecrübelerimizi neden unuttuğumuzu ve aynı hatalara nasıl düştüğümüzün nedenlerini daha derinlerde aradık mı?

- Biz ve öteki algısının toplumları hangi facialara sürüklediğini kavrayabildik mi?

- Yönetmek ile hakim olmak arasındaki farkı anlayarak, iş ve özel yaşamımızda uygulayabiliyor muyuz?

- Günlük yaşamda renk, ses, koku, resim v.s. gibi duyularımıza hitap eden her şeyin algımıza, düşünce sistematiğimize hangi perdeleri çekmiş olabileceğini biliyor muyuz?

- Çocukluğumuzda nasıl bir eğitim aldık ve şu andaki problemlerimizi hangi yöntemlerle çözüyoruz? Yoksa yaşamı günü birlik mi zannetttik, tedbirler almadık mı hala?

- Düşüncelerimizin bize nasıl şekil verdiğini, ısrarla yaptığımız her hareketin bizde nasıl karakter refleksine dönüşeceğini fark ettik mi?

Son olarak annemizin rahminde yaşamımız başladığı andan itibaren algıladığımız her şeyin bizi aslında sınırladığı, etrafımıza duvarlar ördüğü, gerçeği gizlediğini anladık mı? Hadi anladık diyelim bu duvarları yıkabilimek, aşabilmek için kaçımız yaşamımızda radikal değişikliklere gittik?

Yoksa siz de benim gibi emeklilik, ya da hep sonraya ertelenen çözümlerin hayalleriyle mi yaşıyosunuz !

Hayat, hayatın içinde o da bir evren gibi uçsuz bucaksız olan “insan” da gizli.

Saygılarımla.

11 Kasım 2008 Salı

Kişisel Markalaşma Sunumu


Merhaba, her ne kadar yeni dönem trend sunumlar gibi olmasa da, "kişisel markalaşma" konusunda size fikir verecek sunum şu linkte bulunmakta.

Yorumlarınızı beklerim.


10 Kasım 2008 Pazartesi

Yatalım ameliyat masasına !

Bu blogu ziyaret edenler bana kızıyorlar mı bilmem. Ama genelde kötü şeylere vurgu yaparak iyiliği, güzelliği ön plan çıkarmak gibi yazı kurgularım var. Belki de algıyı bozmaya çalışıyorum. Ne kadar başarılı oluyorum bilmem. Bugünlerde yine bir yazı yazayım diye niyetleniyorum ama ülkemiz insanına bakarak çok kötümser fikirlere kapıldığım için bırakıyorum. Neyse, sonunda böyle bir giriş yaparak yazmaya karar verdim.

Hemen konuya gireyim. Ya sevgili arkadaşlarım, saygıdeğer büyüklerim; klişe bir söz vardır ya “biz ne zaman adam oluruz” diye. Gerçekten merak ediyorum, ne zaman?

- Yaşam, insanlık, akıl, kalp, algı, düşünce, bilinç v.s. kavramlarını araştırmadan boş boş konuşmalar.

- Yönetici diye zorbalıkla, kibirle çalışanına karşı hakimiyet kuranlar.

- Tarihten nefret derecesinde uzak olup da geleceğe şekil vermek isteyenler.

- Geçmişin ve geleceğin, evrenin özü olan insanda çekirdek gibi saklı olduğunu anlamayanlar.

- İşini iyi yapmayarak, gelecek nesillerin ekonomilerine balta vuranlar.

- Standart, plan, uygulama, vizyon gibi kavramları es geçerek sadece cebini düşünenler. Ve bu tipleri mecburen besleyen bizler.

- Çocuklarımızın anne karnından başlayarak neler neler öğrendiğini ve sonra bunları nasıl tek tek uyguladığını fark edemeyen ve davranışlarına çeki düzen vermeyen anne babalar.

- Lafla peynir gemisi yürütmeye çalışanlar. Sonuç başarısız olunca da bahane stüne bahane sunanlar.

- Ne Avrupa, ne Amerika, ne Avusturalya v.s. kültürlerden kopya bile çekemeyenler.

- Kendi insanını, medeniyetini, kültürünü hor görerek farklı kalıplara yerleşmeye çalışanlar.

- İnternet, mobil sektörlerde dünya fırsatlarını gözlemleyen, projeler üretenlere kayıtsız kalan, bir de arkasından ileri geri konuşanlar.

Ve son olarak, bu gibi yazıları, ticari düzenbazlık gibi algılanan “kişisel gelişim” kategorisine alarak ağzına geleni söylenler.

Kuzum Allah aşkına neyimiz var bizim. Hangi genimizde saklı bu tembellik, kör cehalet, saygısızlık, sevgisizlik. Yatalım ameliyat masasına her birimiz ne olur. Aldıralım cerrahlara bu kötü genleri, ilgili ne organik yanımız varsa hepsini.

Cerrahlar kim olacak peki !

6 Kasım 2008 Perşembe

Neden ben ?

Wimbledon’ın ilk zenci şampiyonu efsanevi tenisçi Arthur Ashe, kan naklinden kaptığı AIDS virüsü nedeniyle ölüm döşeğindeydi. Hayranlarından birisi sordu: “Tanrı böylesine kötü bir hastalık için neden seni seçti?” Arthur Ashe cevap verdi: “Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar, 5 milyonu tenis oynamayı öğrenir, 500 bini profesyonel tenişçi olur, 50 bini yarşmalara girer, 5 bini büyük turnuvalara erişir, 50’si Wimbledon’a kadar gelir, 4’ü yarı finale, 2’si finale kadar kalır. Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Tanrı’ya “neden ben?” diye hiç sormadım. Şimdi sancı çekerken Tanrı’ya nasıl “neden ben” diye sorabilirim. Mutluluk insanı tatlı yapar, başarı ışıltılı. Zorluklar ise güçlü… Hüzün insanı insan yapar, yenilgi mütevazi… Tanrı’ya asla “Neden ben?” diye sormayın. Ne olacaksa, olur…

Başarılı olan insanların bir çoğunun, kazanılan başarıdan sonra içine düştüğü kötü bir yanılgı vardır… “Hayatın, elde edilen başarıdan dolayı insana borçlu kalması” durumu. Bu nedenle bir çok başarılı olmuş insan, geçmişe takılıp kalır ve bir ilerleme gösteremez. Bir aşama öteye atamaz kendisini.

Bunu ben de yaşıyorum bazen. Oldukça parlak ancak “geçmişte kalmış” bir geçmişim var diye, ulaşabileceğim bir sürü yeni başarıdan kendimi mahrum ettiğimi düşünüyorum.

Ve daha sonra, mahrum olduğum her başarının ardından soruyorum; “Neden olmadı? Neden ben? Başkası bunu yaptıysa ben neden başaramadım? Nedir benimle alıp veremediğin?” Oysa tıpkı yukarıdaki öyküde Arthur Ashe’nin dediği gibi, başardığım zaman dönüp, “Neden Ben?” diye sormamıştım hiç bir zaman. Çünkü istemiş, onun için çalışmış, daime iyi niyetimi korumuş ve başarıya ulaşmıştım.

Aynı tenis dünyasında olduğu gibi, içinde bulunduğumuz her sektör için binlerce hatta bazen milyonlarca kişi, bir şeyler yapabilmek adına çalışmaya başlar. Yol ilerledikçe, bazen kişilerin hedeflerine, bazen kişiliklerine, bazen de yolun koşullarına göre sayı giderek azalır. Yolun başında yola çıkan kişilere “başarılı olmak istiyor musunuz” şeklinde bir soru sorulsa, belki %90’ı “Eveeeet” diye yanıt verecektir ancak bunların yanlızca %10-15 kadarı başardığını görebilecektir. İyi niyet ile, çok çalışarak yolu tamamlayanlar, ne yolun başında, ne de yolun sonunda, Tanrı’ya dönerek “Neden Ben” diye sormayacaklardır…
*** Tuncay Tuncer'in kişisel sayfası olan www.tuncaytuncer.com dan alınmıştır. Teşekkür ediyoruz.

5 Kasım 2008 Çarşamba

Bence hazırsınız;

Yaratıcı, innovatif fikirler güzeldir, fark yaratır, rekabette büyük fark açmanızı sağlayabilir. Ama sadece bir fikirdir işte. Uygulanmadıktan sonra durduğu yerde değer kazanacak ticari bir şey değildir.

Uygulama daha büyük bir cesaret, planlama ve risk alma işidir. Yeri ve zamanı tabi ki önemlidir. Ama küçük de olsa başlamak, denemek günümüzde her şeydir diyebiliriz. Sonucu başarısız olabilir, batabilir, huzur vermeyebilir ama çok şey öğretir insana bir dahaki adımı için.
Bir zamanlar reklam işinde KOBİ olarak adlandırılan firmalar için süper reklam fikirleri düşündük ve uyguladık da. Özellikle yumurta ve zeytin üzerine. Tabi kapsamlı pazarlama işleriydi bazıları. Ama kendimi yaratıcı fikre o kadar odaklamıştım ki aslında ticareti, piyasayı bilmiyormuşum. Ve tabi ki battım. Yine de girişimci ruh ile uyguladığım, yapmaya çalıştığım her şeyin bana o kadar çok faydası oldu ki.

Şu andaki işimde süreci verimli hale getirme adına yaptığım her analiz, attığım her adım masamda daha rahat oturmamı sağlıyor. Ama bir o kadar da takibin, ölçümlemenin önemini anladım. Almanya’ya bağlı bir yazılım paketimiz var ama hiç kullanışlı değil ve raporlama sıfır diyebilirim. Her departmanın süreci için öyle yazılımlar yapıldı ki neredeyse bir paket ortaya çıktı. Yani SAP modüllerine kafa tutar. Sorunu çözümlenen her süreç için plan yapıldı ve harekete geçildi.

Yıllardır hobi olarak takip ettiğim kişisel markalaşma konusunda her ne kadar başkalarına bir şeyler yazıyor gibi görünsem de, en başta kendim o kadar çok şey öğreniyorum ki. Özellikle toplumsal duruşumuzu anlama adına. Yine uygulamanın gücü.

Uygulama ile beraberinde gelen büyük sorumluluk da takip oluyor. Tabi ölçerek takip. Emin olun bir işi yaparken arkadaşın kaç adım attığından, kullandığı programda kaç ekran gezdiğine, telefon sürelerine kadar. Öyle verimsizlikler çıktı ki ortaya. Derine indikçe daha doğru çözümlere ulaşıldı.

Tüm bunları neden yazıyorum! Kişisel markalaşma hedefi de bir proje gibidir. Analizi, planlaması, operasyonu, takibi, finansal maliyet ve getiri hesapları vardır. İtiraf ediyorum, yazılan şeyler aslında hep aynıdır. Sunum şekli, pazarlama ve kullanım araçları farklıdır. Sadece okumak, düşünmek, not almak yetmez. Deriiiin bir nefes alıp, “haydi” diyerek adım atmak gerek. Yüzdüğümüz sulardaki çöplere, atıklara takılmamak gerek. Günlük yaşamda rutin yapılanlar listesinin ana kategorilerini baştan yazmak gerek. Çıkan her engeli usulünce yolumuzdan atmak gerek.

Tamam, uygulamaya geçtik ama ne takip eden biri, ne de bir program var. Markalaşma adımlarınızı belli periyodlarda bir şekilde takip edemiyorsanız ne yaptığınızı nasıl anlayacaksınız ki! İnternetteki sosyal medya araçlarından, çevrenizdeki akıl hocalarınıza varana kadar bir kaç kontrol noktası oluşturun. Örneğin, en güvendiğiniz arkadaşınız mentorunuz olsun. Eşinize, çocuğunuza dahi bir görev verin. Hem takip işini delege etmiş olursunuz, hem de daha eğlenceli hale gelebilir.

Fark etti iseniz şirketler için konuştuğumuz adımları bireyler için de konuşuyoruz. Ama günü birlik, belli dönemlerde uygulanacak promosyonel pazarlama faaliyetlerinden asla bahsetmiyoruz. Bir ömür taşıyacağınız etiketlerin altın değerinde olması için her anınızdan, her düşüncenizden, her davranışından bahsediyoruz.

Hazır mısınız, uygulamaya, takip etmeye, ölçümlemeye.

Bence hazırsınız çünkü, inanın marka sizsiniz.


Saygılarımla.

4 Kasım 2008 Salı

"EGO"nuz, aslında "LEGO"nuzdur !

”Marka Sizsiniz” diyerek egonuzu pohpohluyor gibiyiz değil mi! Bir anlamda, evet. “Kişisel Gelişim” kitapları da, eğitimleri de bunu yapıyor değil mi? Buna da bir anlamda, evet. Peki, neden egodan yola çıkıyoruz sürekli, bakalım.

Ego, yani “ben” lik duygusu yaratıldığımız anda bize verilen bir nimettir, büyük donanımın en önemli parçası gibidir. Ego sayesinde, kendimizi, evreni, varlıkları, yaratılışı, yansımalarla oluşan algıları ve gördüğümüz şeyleri aslında perdeler arkasından gördüğümüzü anlarız. İnsan sürekli bir şeyleri unuttuğu ve aldandığı için sürekli “ben”i hatırlamak zorunda. Ki ona göre bir şeyleri kavrayabilsin, anlamlandırabilsin.

Faydasından ziyade günümüzde zararlarını görüyor gibiyiz. Ve akıllı birileri, değişik reklam, pazarlama, eğitim taktikleri ile bu değerli özelliği basit bir eşya haline getirebiliyor. "Sen yaptın, sen şöylesin, sen büyüksün, yaşamının tek hakimi sensin, sonsuz bir gücün ve özgürlüğün var" gibi. Tabi bunların hiçbiri realiteye uymuyor. Gerçekle karşılaşınca, balon sönüyor ve depresyonlar yaşanarak irade daha da zayıflıyor. Bir araştırma yapılsa ve sürekli kişisel gelişim kitaplarından, eğitimlerinden medet uman kişilere sorulsa “tarih, medeniyet, toplum ve varlıklarla ilgili kaç kitap okudun” diye. Emin olun çok acı bir tablo ortaya çıkar. Ve bu düşünmekten, keşfetmekten yoksun kişiler istedikleri kadar “kişisel gelişim” desinler bir yere varamazlar.

Evet, kişisel markalaşma da aynı kapsama giriyor. Fakat, doğru adımlara bakılırsa insanın önce kendini tanıması, anlaması isteniyor. Yine egodan yola çıkarak, insana kabiliyetleri, kapasitesi, yaşamdaki genel geçer kabul gören ilkelerle anlatılıyor. Sürekli bir gelişim ve insanlara, yaşama faydalı olma gerekliliği ortaya çıkıyor. Olabildiğince saflık, tevazu tavsiye ediliyor. Aslında “ego”izmin tam tersi değil mi!

Tüm bu düşünceler, uygulamalar bize “güç” kavramını hatırlatıyor. Güce kapı açan da özgüven. Özgüven de “ego” dan geliyor. Önemli olan “bilinçli farkındalık” ile egoyu bilmek anlamak ve ona yön vermektir. Yerine göre bir “lego” gibi takmak, çıkarmak, alçaltmak, yükseltmek bazen de yıkmak gerekiyor.

Lego, çok eğlenceli bir şey. Neden egomuzu bu rahatlıkta kullanmıyoruz da sürekli kavgalar, çatışmalar, savaşlar için kullanıyoruz? Neden kendimizi dipsiz bir kardeliğe hapsediyoruz?

Saygılarımla.



1 Kasım 2008 Cumartesi

kısaca insan

Dar yollardan geçiyoruz, kendimizi bilerek zora sokuyoruz.

Perdelerin arkasından bakıyoruz.

Felsefe ve mantığa hapsolmuş algılarımız var.

Yansımalarla idare ediyoruz. Etrafımızda küçük küçük aynalar var ama odak noktasını göremiyoruz.

Geçmişi ve geleceği bir bütün olarak ele alamıyoruz, akıl ve kalp kovamız daha fazlasını anlayamıyor, işleyemiyor, üretemiyor.

Kalıplardan bir kalıp beğeniyoruz.

Egomuzu, doğruyu bulmak için değil yanlışlarla güç kazanmak için kullanıyoruz.

Hep somut, kesin bilgiler bekliyoruz. Araştırmıyoruz, düşünmüyoruz, yorumlamıyoruz, örnek almıyoruz. Her bilgiye şüphe ile yaklaşmak gerektiğini unutuyoruz.

Yaşamın, deneme ve tecrübelerden ibaret olduğunu kavrayamıyoruz.

Teknolojiyi, interneti, mobil dünyayı yardıma çağırıyoruz. İyi ama yine de oyalanıyoruz.

Ve son olarak
“okumuyoruz arkadaşlar, okumuyoruz”

Çünkü okuyunca düşünmekten, düşününce kendimizi sorgulamaktan, sorgulayınca değişmekten korkuyoruz.


Sevgilerimle.

30 Ekim 2008 Perşembe

“Marka Sizsiniz” den ne öğrendim ?



- Bu sürecin aslında bir "yüzleşme" olduğunu öğrendim. Tüm yaşam hikayemizi bir film gibi gözümüzün önüne getirerek. "Ben kimim, ne olmak istiyordum, şu anda neredeyim" gibi soruların içsel anlamda en vicdani cevaplarını düşünmek.

- Her gece yatarken bugün neleri kazanamadığımızı, kaçırdığımızı düşünmenin, sabah insanı daha farklı stratejilere yönelttiğini fark ettim.

- Doğuştan gelen, üzerine eğitim ve tecrübeyi de ekleyerek kazandığımız kabiliyetlerimizi bilerek körelttiğimizi öğrendim.

- Atalet ve unutkanlığın en büyük düşmanım olduğunu öğrendim. Başka düşmanlar da var, okumamak, düşünmemek, analiz etmemek, planlamamak gibi.

- "Aman ne gerek var" diyerek yakınlarıma karşı uygulamadığım her "saygı" kuralının “sevgi” denilen şeyi nasıl kemirdiğini anladım.

- Her kitabın, her yazının, her konuşmanın aslında bir birinin tekrarı olduğunu, sadece farklı üslup ve örneklerle bildiğimiz şeyleri bize tekrar tekrar hatırlattığını öğrendim. Lisede iken not tuttuğum defterim hala başucumdadır.

- Bilerek veya bilmeyerek daha iyi yaşamak adına sırtıma ne kadar çok yük aldığımı fark ettim. Ve kişisel markalaşmanın aslında daha da yalınlaşma, sadeleşme, şeffaflaşma olduğunu öğrendim.

- Herşeyin, herkes tarafından farklı algılandığını ve davranışlarımı bu çerçevede sabır, hoşgörü göstererek ayarlamam gerektiğini öğrendim.

- Henüz 2 yaşında olmayan çocuğuma bakarak küçükken, iyi-kötü ne de çok şey öğrendiğimi fark ettim. Ne kadar özen göstermeye çalışsam da "iyi şeyler öğrensin, uygulasın" diye dua etmekten başka çarem olmadığını öğrendim.

- Kontrolsüz gücün, insanın kendisini nasıl zehirlediğini öğrendim. Yani hırs ve realitenin dengesi.

- Geçmiş ve gelecek kavramlarını yanlış algıladığımı öğrendim. Çizgisel bir düzlem değil, dairesel bir yaşam alanında zamanın üstümüzden bir rüzgar gibi geçtiğini fark ettim. Önemli olan bu rüzgarın olumsuz etkisini azaltmak ve doğru yönlendirmek olduğunu öğrendim. (Belki bu algım da yanlıştır, yardım etmek isteyen var mı? )

- Tarihi, toplumları, trendleri, ve geçmişten gelen yanlışları daha fazla incelemem gerektiğini öğrendim.

Ben bunları “öğrendim” diye yazıyorum ama aslında “tekrar fark etmek” diyebiliriz. Doğru adımları uygulamadıktan sonra laf-ı güzaftır.

Saygılarımla.

23 Ekim 2008 Perşembe

Kişisel markalaşmanız için her gün neleri hatırlamak isterdiniz?

Örnek:

- Son 1 ay içerisinde networküme kimleri ekledim?

- Networkümdeki şu kişilerle ne kadar sıklıkta görüşüyorum? Mail, telefon, yüz yüze.

- Kendimi geliştirmem için şu dili öğrenmek, şu kitapları okumak, şu eğitimleri almak istiyorum.

- İş hayatımda 10 yıl sonra şu firma CEO olmak ya da şu sektörde girişimci olmak istiyorum.

- Özel / iş yaşamımda şu hatalarımdan şu şekilde ders aldım.


Gibi gibi unutulmaması gereken maddeler. Siz de hatırlamak, takip etmek istediğiniz maddeleri
muratesenli@gmail.com adresine gönderin, paylaşın.

"Marka Sizsiniz" bazı uygulamalarla bu konuda sizlere yardımcı olmayı hedefliyor. Çok yakında.

Sevgilerimle.