Bir insanın marka değeri için oluşabilecek en büyük algı yanlışlığı, birileri tarafından keşfedilmeyi beklemektir. Üniversiteden mezun olunca, ”hemen gel sana bir iş verelim” denilmez. Bir alanda uzmanlaştığınızda, insan kaynakları departman ya da danışmanlık firmaları hemen peşinizden koşmaz. Dünyanın en yenilikçi, en yaratıcı, en teknolojik projelerini ortaya koysanız dahi finans çevreleri ”gel sana yatırım yapayım” demez. Hele ki bu saydıklarım, ülkemizde kurallara uysanız dahi, olma ihtimali çok daha azdır. Bu şekilde düşünen nice süper, zehir gibi gençler vardır ki ümitsizliğe kapılarak köşelerine çekilirler. Projelerini rafalara kaldırarak, her hangi bir işte uygun bir maaşla, çoluk çocuğa karışır emekliliklerini beklerler.
Keşfedilmeyi beklemenin tam tersi, kişisel markalaşma kurallarına önem vermektir. Yazılı hedefler belirlemekten, sürekli bir iletişim içerisinde olmaya kadar. (Bkz. Önceki yazılar) Yaşamınızda hiç bir şey tesadüf değildir desem bazıları beni kadercilikle suçlayabilir. Ama, öyle işte. İstediğiniz kadar çırpının, bir iş olmazsa olmaz ve daha fazla diretmenin bir anlamı yoktur. Hırsına yenik düşen komutanları, kralları, liderleri düşünün. Fakat, oyunu kuralına göre oynayanlar, stratejik ve planlı şekilde yol haritalarına uyanların başarısız olduğu çok az görülmüştür. Israrlı çabalar sonucunda geç dahi olsa başarıyı yakalamışlardır.
Kişisel markalaşma konusunda yazdığım ilk yazı Turkcell intranetinde 2002 yılında, Habercell adında sadece çalışanların görebildiği bir e-dergide idi. Yazının başlığı ”Marka Sizsiniz, Reklamınızı Yapın” oldu. Bu başlığı uzun çabalar sonucu bulmuştum aslında. Bundan 6 yıl önce daha dünyada Tom Peters’in ”brand called you” kavramı yeni yeni dillendiriliyordu, değil Türkiye’de. Çok az sayıda danışman ve eğitmenin gayretli çalışmaları vardı. Başlıktaki reklamınızı yapın ifadesi bir uyarı, iyi bir dilek, bir tavsiye, bir yol gösterme niteliğinde. Bir PR ajansı, bir marka strateji uzmanı gibi eğilmeniz gerek konuya. Tabi ki daha basite indirgeyerek.
Rekabet çok fazla, özel yaşamdan iş yaşamına kadar. Büyük bir yarış içinde fark edilmek, öne çıkmak, duruşumuzu sağlamlaştırmak kolay değil. Sürekli bir desenformasyon rüzgarı geçiyor üzerimizden. Bir şeyleri unutuyor, bir şeyleri atlıyoruz. Sonra da ”cevheranın derdini cevherfüruşan olmayan bilmez” diyerek kendimizi kandırıyoruz. Yok böyle bir şey. Çalışacaksın, kendini, gerekli, uygun mecralarda sürekli sunacaksın ve ümidini hiç kaybetmeyeceksin. İletişime de açık olacaksın. O zaman şansın seni bulam ihtimali yüksek olur.
Sosyal medya üzerinden tüm dünyaya bu kadar kolay iz bırakma yöntemleri var iken güzel bir özgeçmiş-kapak dahi yazamıyorsanız, kusura bakmayın derim. Uzmanı olduğunuz güçlü yanlarınızı blog ya da web üzerinden tüm dünyaya sunamıyorsanız, yine kusura bakmayın. Başarısızlıklar, yanlışlar olsa dahi doğru yöntemleri internetten araştırma zahmetine girmiyorsanız ona da kusura bakmayın derim. Alışkanlıklarınızın esiri olduğunuzu ve ısrarla aynı şeyleri yaptığınızı artık farkedin. Bu alışkanlıklar ve ”şeyler” sizi halen başarıya götürmüyorsa ve siz hala keşfedilmeyi bekliyorsanız, yazık, üzgünüm derim.
Çok defa kendime söylediğim gibi.
Saygılarımla.
Keşfedilmeyi beklemenin tam tersi, kişisel markalaşma kurallarına önem vermektir. Yazılı hedefler belirlemekten, sürekli bir iletişim içerisinde olmaya kadar. (Bkz. Önceki yazılar) Yaşamınızda hiç bir şey tesadüf değildir desem bazıları beni kadercilikle suçlayabilir. Ama, öyle işte. İstediğiniz kadar çırpının, bir iş olmazsa olmaz ve daha fazla diretmenin bir anlamı yoktur. Hırsına yenik düşen komutanları, kralları, liderleri düşünün. Fakat, oyunu kuralına göre oynayanlar, stratejik ve planlı şekilde yol haritalarına uyanların başarısız olduğu çok az görülmüştür. Israrlı çabalar sonucunda geç dahi olsa başarıyı yakalamışlardır.
Kişisel markalaşma konusunda yazdığım ilk yazı Turkcell intranetinde 2002 yılında, Habercell adında sadece çalışanların görebildiği bir e-dergide idi. Yazının başlığı ”Marka Sizsiniz, Reklamınızı Yapın” oldu. Bu başlığı uzun çabalar sonucu bulmuştum aslında. Bundan 6 yıl önce daha dünyada Tom Peters’in ”brand called you” kavramı yeni yeni dillendiriliyordu, değil Türkiye’de. Çok az sayıda danışman ve eğitmenin gayretli çalışmaları vardı. Başlıktaki reklamınızı yapın ifadesi bir uyarı, iyi bir dilek, bir tavsiye, bir yol gösterme niteliğinde. Bir PR ajansı, bir marka strateji uzmanı gibi eğilmeniz gerek konuya. Tabi ki daha basite indirgeyerek.
Rekabet çok fazla, özel yaşamdan iş yaşamına kadar. Büyük bir yarış içinde fark edilmek, öne çıkmak, duruşumuzu sağlamlaştırmak kolay değil. Sürekli bir desenformasyon rüzgarı geçiyor üzerimizden. Bir şeyleri unutuyor, bir şeyleri atlıyoruz. Sonra da ”cevheranın derdini cevherfüruşan olmayan bilmez” diyerek kendimizi kandırıyoruz. Yok böyle bir şey. Çalışacaksın, kendini, gerekli, uygun mecralarda sürekli sunacaksın ve ümidini hiç kaybetmeyeceksin. İletişime de açık olacaksın. O zaman şansın seni bulam ihtimali yüksek olur.
Sosyal medya üzerinden tüm dünyaya bu kadar kolay iz bırakma yöntemleri var iken güzel bir özgeçmiş-kapak dahi yazamıyorsanız, kusura bakmayın derim. Uzmanı olduğunuz güçlü yanlarınızı blog ya da web üzerinden tüm dünyaya sunamıyorsanız, yine kusura bakmayın. Başarısızlıklar, yanlışlar olsa dahi doğru yöntemleri internetten araştırma zahmetine girmiyorsanız ona da kusura bakmayın derim. Alışkanlıklarınızın esiri olduğunuzu ve ısrarla aynı şeyleri yaptığınızı artık farkedin. Bu alışkanlıklar ve ”şeyler” sizi halen başarıya götürmüyorsa ve siz hala keşfedilmeyi bekliyorsanız, yazık, üzgünüm derim.
Çok defa kendime söylediğim gibi.
Saygılarımla.