15 Ağustos 2008 Cuma

Zoruma gidiyor ama ümidim hiç tükenmiyor!




Bu topraklarda dünya savaşları biteli 90 yıl kadar oluyor herhalde. İmparatorluktan geriye kalan topraklar, yani Anadolu, ve yaşama tutunabilen bir avuç insan denilebilir geriye kalan. Genlerinde farklı medeniyet ve kültürlerin izlerini taşıyan, yüzeysel olarak küçük bir alan, derinlemesine bilmem kaç bin yıllık tarihi barındıran insanlar.

Duygu sömürüsü yapmaya gerek yok ama not korkusu ile öğrencilerin pek de barışık olmadığı Tarih derslerini bir kenara bırakırsak bize sadece bir kaç arşiv belgeseli ve dedelerimizden, babalarımızdan dinlediklerimiz yeter, artar bile. Peki, geldiğimiz nokta ne! Rüyalarında vatanın geleceğini görerek, öleceğini bile bile ertesi gün meydanlarda savaşan kahraman insanlar 90 yıl sonra torunlarını ve onların çocuklarını nasıl hayal etmişlerdi acaba. İşte bu noktada yerin altındakilerin de, üstündekilerin de zoruna gidenler;

- Olimpiyatlarda 3-5 milyon nüfusluk ülkelerden, savaş içinde kıvranan ülkelerin sporcuları kadar bile olamamak. Çocukları, gençleri dünya çapındaki yarışlara hem fiziki hem de motivasyon anlamında hazırlayamamak.

- Dünya çapında akademik makaleler ve üniversite sıralamalarında en gerilerde olmak.

- Demokrasi ve Cumhuriyet kültürünü ancak ittirmelerle anlayabilmek.

- Hala, kum torbası yerine canlı insanları güvenlik denemesi amaçlı kullanmak.

- Köy kültürü neredeyse % 100’üne hakim olan bir toplumun tarım ve hayvancılığı geri kalmış sayarak, şehrin elitliğine Don Kişot luğuna soyunmak.

- Gerçek anlamda ”lider” insanların bu topluma yol gösterememesi, daha çok kendi cebini düşünmesi.

- Kız çocuklarını hala okutmamak, binlerce yıl öncesindeki gibi aslında canlı canlı gömmek ile benzer bir durum. Aslında bir anne ile bir nesli cehalete hapsetmek, bana göre gömmek.

- Üretimin, istihdamın, ekonominin bir kaç tekel holding ile elit sınıfa hizmet etmesini sağlamak.

- İster siyasi, ister edebi hemen bir çok konuda insanları susturmak, hayatını yaşa, fazla kafa yorma, demek.

- Toplumun dinamiklerini anlamadan elbiseler hazırlamak, giydirmek, çıkaranları da doğduğuna pişman etmek.

- Çocuk eğitiminin anne karnında başladığını ve aslında 3-5 yaşlarına kadar kişiliğin oturduğunu hala anlayamamış olmak.

- Saygı ve hoşgörüyü unutmak, doğuştan gelen güzellikleri karartmak, karartmak.

- Okumayan, dinlemeyen, anlamayan, üstüne bir de kendini beğenmiş insanlar topluluğu haline gelmek.

Bu kadar yeter. Dün akşam sevgili Burak Büyükdemir ve arkadaşlarının organize ettiği eTohum toplantısında idim. Yani girişimci neslin toplantısı idi. Zoruma giden yine bazı çaresizliklerin gözlerden okunması idi. Emin olun, o toplantının yapıldığı Cafenin yanındaki her hangi bir restoran ya da mağazda ünlü bir iş adamı bizim hayal bile edemeyeceğimiz rakamları bir anda harcayabilir. Kimsenin parasında gözümüz yok ama ısrarla çırpınan insanlara da kimlerin destek olacağı merak konusu. Devlet mi, iş adamları dernekleri mi siz cevabını biliyorsunuz. Ama bu genç ( ben yaşlanmış oluyorum : ) arkadaşların duruşu bana öyle ümit veriyor ki. Emin olun, duyun ya da duymayın yukarıda zoruma giden o kadar madde yazdığım halde beni umutlandıran o kadar güzellikler var ki. Günük kısır çekişmelerin içine hiç girmeden iyi niyeti ve innovasyon, gelişim hırsı ile öyle fedakarca, güzel işler yapan insanlar var ki ülkemizde.

Ne olur bu yazının kişisel markalaşma ile ne ilgisi var ki, demeyin. Ulusları, tarihi yöneten aktörler insanlardır. Zorumuza giden şeyler, markalaşma kelimesinin ne olduğunu dahi bilmeyen, ama bir şekilde malesef toplumlara yön veren insanların keyfi icraatlarıdır. Bu bloğa kadar ulaşarak, yazıları okuyan değerli insanların hem kendilerini, hem çocuklarını bu çarklarda ezdirmeyeceklerine inancım tam. Sevgiyle kalın.

*** Bir hafta kadar tatile çıkıyorum, uygun olursam yazmaya çalışacağım. Saygılarımla.

Hiç yorum yok: