30 Haziran 2008 Pazartesi

Küçük ve Doğru Adımlar

Kişisel markalaşma öyle yeni icat edilmiş bir şey değil. Sadece konuyu doğru algılayıp algılamadığımız ve bu konuda adım adım neler yaptığımız önemli. Bilirsiniz, sürekli yapılan hareketler alışkanlığa dönüşü ve neredeyse karakterimiz halini alır.

Kişisel markalaşmanın belki en büyük düşmanı, ya da "virüsü" düşünmeyi, analiz yapmayı bırakmaktır. Sonuç olarak da aksiyonu, harekete geçmeyi unutma durumu. Ve şikayetler, bahaneler v.s.

Kendimize söylediğimiz büyük yalanları bırakmamız gerek. Ve küçük adımlarla, kendimizi yormadan başlamamız gerek. Kendimize şu üç soruyu sorarak başlayabiliriz;

1- Ben kimim?
2- Kendime ait öz kaynaklarım neler?
3- Hedeflerimi gerçekleştirmek için nasıl görünmek istiyorum.


Sıra daha detaylı konularda

1- Özetiniz; Yaşamınızdaki duruşunuz nasıl, farklı, sizi taşıyan güçlü yönleriniz neler?

2- Değerlerinizi, özelliklerinizi listeleyin lütfen. Bunlar size hizmet ediyor mu? Bu hazineleriniz ile şu ana kadar nasıl yaşadınız? Sizi hangi noktaya getirdi?

3- Yetenekleriniz, karakter özellikleriniz ve imkanlarınız. Bunların hangileri size yardımcı ya da köstek oluyor. Bu çerçevede geleceğinizi nasıl tahmin edebiliyorsunuz?

4- İnsanlarla ilişkileriniz, köprüleriniz, anlaşma yöntemleriniz nasıl?

5- Ümitleriniz, hayalleriniz ve hırslarınız. Şimdiye kadar ne idi, yeni ne olabilir. Düzeltilmesi gerekenler neler?


Tüm bunları yazıya dökün, iki sayfa kadar olsun. Beyin fırtınasına başlayın, ya da yakın bulduğunuz kişilerden destek alın.

Gücünüzü, güçsüzlüğünüzü bilin. Gerçekten realist olarak bunu ortaya koyun. Olmyacak duaya amin diyen hırsının kurbanı olmuş insanları örnek alın.

Pazarlama planı satışı besleyen çalışmalardır. Bu plandaki önemli noktalardan biri de pazarın durumunu ve pazardaki yerinizi, gücünüzü bilmenizdir.

Kişisel markanız, çevrenizi kuşatan bir algı atmosferi gibidir. Sürekli sinyaller, dalgalar yayarsınız. Radyo ya da televizyon istasyonu gibi. Gerçekten de enerji yaydığmızı biliyoruz zaten. Fakat her hangi bir kişisel gelişme adımımız, etkisini hemen göstermez, zaman alır. Israrla devam edildiğinde artık kişisel markalaşmanız için büyük bir kazanım olur.

Farkındasınızdır, buraya uzun uzun yazmıyorum ki bir çırpıda okunabilsin diye. En uzun yazdığım e-kitap olarak
www.markasizsiniz.com da var zaten. Sohbet tadında bir kitapçık gibidir. Amaç, her gün az dahi olsa bir şeyleri hatırlatabilmek. Çünkü insan kelimesinin kökü dahi unutmaktan gelir. Unutmak aslında bir nimettir – yoksa çatlardık- ama kişisel markamızı geliştirmeyi unutursak o zaman kötü.

Unutmayın, marka sizsiniz. Sevgilerimle.



27 Haziran 2008 Cuma

Kişisel Markanıza Karşı Virüsler!




Hayat, insanı aynı hataları yapmaya zorlar. Tabiatın kanunu derler ya, sanki onun gibi bir şey. Çünkü sizin ezberi bozmanız, farklılaşmanız, kendinizi geliştirmeniz her şeyin değiştiği anlamına gelmez. Siz değişirsiniz ama bir çok şeyin rağmına değişirsiniz. O nedenle adınız bir çok yerde "marka insan" olarak anılır. Bu kişisel marka farkındalığı, aslında bir çok virüs ile savaşarak, belki de onları hiç takmayarak ortaya çıkar.
Virüs görünmez, sessiz ve sinsidir. Bir şekilde damarlarınızdaki kanda gezer sanki. Ve kalbinizi, bir o tarafa bir bu taraf çevirir, şaşar kalırsınız. Beyniniz de bana göre çoğu zaman kalbimizin talimatına göre hareket eder. Duygusal zeka bu nedenle sürekli hatırlatılır, anlatılır insanlara. Peki, sürekli bir savaş içinde miyiz, yani asker miyiz biz? Hem evet, hem hayır. Nasıl mı, bakalım.

Öncelikle şunu kabul edelim. Hataya açık ve sürekli unutan, iyiliğe de kötülüğe de çabucak kanan, akışkan, alışkan varlıklarız. Aynı zamanda gururluyuz da! Bu dünyayı bizim yaratttığımızı, yaşamımızın tamamen bizim kontrolümüzde olduğunu zannederiz. Ve "zaman" ile anlaşmak yerine onun bir rüzgar gibi bizden sürekli bir şeyler alıp götürmesine izin veririz. Bu cümlelerin hepsini ben ”virüs okları” olarak adlandırıyorum. Yani kişisel markanızı öldürmeye çalışan oklar gibi.

Evet, bu oklara karşı bir savunma sistemi olmalı. En başta virüsün yayılabileceği ortamları, durumları ve kişileri keşfetmeliyiz. Örneğin;

- Zamanınızı gereksiz yere işgal eden kişi ve durumlar
- Hedefinizi ve motivasyonunuzu bir anda dibe vurduran kişi ve durumlar
- Çok yoğunum bahanesi ile boş zamanları değerlendirememe
- Bilgiye açlık değil de bilgisizliği kabullenmiş olmak
- Aynı alışkanlıklara devam etmek, her gün aynı monotonlukta hayata devam etmek
- Kendimizi, kişiliğimizi tanıyarak uygun işi ve geliştirme modellerini belirleyememek
- Uzlaşmanın, saygının, sabretmenin, hoşgörünün ne demek olduğunu başımıza kötü bir şey geldiğinde anlamak.
- Israrla ders almamak, yani unutmak ve aynı hatalara düşmek.
- Danışmamak, sormamak, "ben bilirim" modunda yaşamak.
- Ön yargılı olmak, herkesi olduğu yerde kabullenmemek.
- Hep başkalarını suçlamak, çözümü değil de sürekli problemi konuşmak.

v.s bu liste o kadar çok uzayabilir ki. Bunların hepsine "bilinçli farkındalık" ile yaşamamak da denilebilir.

Bu virüsler kalkan ister. Fiziki bir şey olmadığı için de bunu kılıca, oklara karşı kalkan olarak da düşünemeyiz. Kişisel markalaşma, gerçekten de bu virüslere karşı savunma oluşturmak, zafer kazanmaktır. Fakat yazdıklarımız hep savaş gibi oldu. Ben diyorum ki, tüm bunları kendimize dahi çaktırmadan yavaş yavaş düzelterek, geliştirerek davranış haline getirelim. Kişiliğimizi, karakterimizi değiştiremeyiz ama bir çok şeyi kalbimizle, mantığımzla kabullenebiliriz. Bir süre sonra emin olun siz de şaşırırsınız, çevrenizdekiler de.

Zaten isteseniz de istemeseniz de, 20-30-40’lı yaşlar derken o kadar çok şey öğreniyoruz ki yaşamdan. Kitaplar okuyoruz, eğitimler alıyoruz, başımıza bin bir türlü işler geliyor ve sabrediyoruz. Yani marka değerimiz kendiliğinden oluşuyor zaten. Önemli olan durumu fark etmek. Virütik ortamları, yayılma kanallarını kişisel markalaşmamız için kullanmak gerek. Ama sakın ha bir şeyleri düzelteyim diye kendinizi strese boğaraki kasarak, içi başka dışı başka görüntü vererek yanlış adımlar atmayın.

Marka sizsiniz, reklamınızı yapın.


25 Haziran 2008 Çarşamba

Lütfen Kendimizi Kandırmayalım!

Marka sizsiniz, derken gerçekten bu ifadeyi herkes için kullanıyoruz. Sadece, Google’da en üst sıralarda çıkan, sürekli televizyonlarda boy gösteren, tatil için ada satın alan insanlara ait değil bu kavram. Bu sloganvari iki kelime kendi içinde hem saygıyı, hem motivasyonu, hem de bir uyarıyı barındırıyor. Hatta kişisel hedef dahi gösteriyor.

Altı yıl kadar önce bu bu iki kelimeyi bir yazıda kullandığımda aynı şeyleri hissediyordum hala da aynı. Marka Sizisiniz projesi de bu amaçla ortaya çıktı. Eğer belli kişiler için olsa idi bir kaç ünlünün hayatını anlatır, onlara özel bölümler açar “fun club“ kurardık olur biterdi.

Kişisel gelişim diye adlandırılan her ne varsa aslında bu iki kelimeyi destekler ve yol gösterir. Ülkemizde de ısrarla bu konuyu yıllardır eğitim konusu yapan, insanlara faydalı bir şekilde sunmaya çalışan değerli profesyoneller var.Yurt dışında kişisel marka için özel kurumsal kimlik gibi reklam çalışmaları yapılıyor. Basıl materyaller, promosyonlar, kişisel kullanılan eşyalara varana kadar.

http://www.markasizsiniz.com/ da ”marka insanlar” diye bir menümüz var. Henüz çok az kayıt olsa da mesajımız anlaşılıyor. Bazı kişiler, bazı marka insanlarını yazdılar bile. Abisini, babasını, yazanda var. İş arkadaşını, ilk okul öğretmenini de. Kendi markasını anlatan da. İsteyen beğendiği, saygı duyduğu, örnek kabul ettiği sanatçıyı da yazabilir futbolcuyu da. İleride hem tasarım olarak hem de kullanım olarak bu uygulamalar gelişitirilecek.

Amacım, önce kendimden başlayarak “kişisel markalaşma“ farkındalığını artırmak. Hem kişisel, hem toplumsal gelişim diyerek sadece elit dünyanın kavramı gibi davranmayalım lütfen. Zenginler zaten zengin, ünlüler zaten ünlü. Bu kişilerin yaşam kurgusu zaten markalaşma üzerine kurulu.

Önemli olan daha fazla kişinin kendini geliştirmesi, yaşamı, insanları anlaması, hayatını mutlu ve en verimli şekilde geçirmesidir.

Lütfen kendimizi kandırmayalım. Her birimiz belli bir statüde markayız, reklamımızı yapalım.

24 Haziran 2008 Salı

Randy Siegel’den derleme;


1- En az bir konuda güvenilir, uzman, doğru bir kaynak olmalısınız. Ve bu konuda viral etki yaratabilecek medya kanallarına konuşmalarınızı, makalelerinizi yayınlamalısınız. Elinizin altında, ya da herkesin ulaşabaileceği bir yerde ( blog-web v.s.) özgeçmişiniz, kısa hikayeniz, yakın zamanda çekilmiş bir fotoğrafınız olmalı.

2- Sosyal yapıdaki statü ve profesyonel mobilite için güçlü bir iletişimci olmak gerekiyor. Yazma ve konuşma kabiliyetlerinizi sürekli sorgulayın ve geliştirin.

3- Kendinizin pazarlama direktörü gibi ama basit bir şekilde yıllık pazarlama planınızı yapın ve bunu her üç ayda bir sorgulayın. Mümkün ise başkasına sorgulatın. Hedefleriniz, stratejiniz, aksiyon planlarınız ve zaman çizelgeniz bu dökümanda olmalı.

4- “Elevator speech“ diye adlandırılan 60 saniyelik kişisel tanıtımınız hazır olmalı. Siz kimsiniz, işinizi nasıl farklı yaparsınız ve sağladığınız faydalar neler?

5- Evde ve iş yerindeki yaşam stilinizi oluşturun. Çalışma masanızdan mutfak aksesuarlarına varana kadar. Yeni iş bağlantıları kurun ve o kişilerle temasta kalın. Güçlü, etkili marka insanları keşfedin.

6- Kişisel markanızın düşmanı ya da dostunun yine kendiniz olduğunu fark edin. Hangisini tercih edersiniz?

7- Kişisel giyim stilinizi etki alanlarına göre ayırın ve tarzınızı oluşturun.

8- Eğlence ve markalaşma ara sıra kesişir. Görgü kurallarını ve sosyal hayat trendlerini kaçırmayın.

9- Markanızı büyüleyecek kişilerle tanışın ve siz de büyüleyin.

10- Zamanınızı, tecrübenizi, paranızı gerçekten geri dönüşü olacak kişisel markalaşma çalışmaları için ayırın. Tutkularınızı değerlendirin, eğlenceyi ticarete dönüştürebilirsiniz.

11- İş dünyasındaki en değerli kozunuz kişisel markanızdır. Onu besleyin ki o da kariyerinizi beslesin.

Bu maddeleri, bu yazıları lütfen kendinize göre yorumlayın fakat sulandırmadan. Genel, geçer kuralları atlamadan. Çevrenizdeki marka insanların bu maddelerden hanigisini fazlası ile yaptığın gözlemleyin. Marka sizsiniz, reklamınızı yapın...




23 Haziran 2008 Pazartesi

Markalaşmak iş hayatında ayrı, özel hayatta ayrı mı?


Hayır, kesinlikle değil. Bu ayrımı zorla yapmaya çalışanlar da yapay davranıyor demektir. Bir bütünüz, her parçamız farklı zaman ve mekanlarda farklı davranamaz. Buna zaten iki yüzlülük ya da yanar döner ifadesini kullanırlar. Bir kişiliğimiz, bir karakterimiz ve bunun üzerine ekleyerek kendimize zorla da olsa öğrettiğimiz davranışlarımız var.

Kişisel marka denilebilecek insanlar çevresine bir “söz“ verir. Ve herkes o kişiyi o şekilde algılar. Aklımıza gelen kişi, ya da bir yerde hakkında konuşulan kişiyi tanıyorsak ve o anda aklımıza gelen ne ise o kişinin marka özelliği, değeri odur. Hırslı, pasif, agresif, insan odaklı, uzlaşmacı, problem çıkaran, şikayetçi v.s. Kendisinin farkında olmadan ve hayatı bilinçli bir farkındalık ile yaşamayan insanlar ne iş hayatında, ne de özel yaşamında mutlu olabilir.

Sabah, ailesine ya da birlikte yaşadığı kişielere “günaydın” demekten aciz birinin iş hayatında da bu nezaketi unutması kuvvetle muhtemeldir. Aile fetlerine töleransı olmayan birinin patronuna töleransı da olamaz. Ha, bazen hepimizin yaptığı hata şu olabiliyor “patrona ya da iş arkadaşlarına para, kariyer için fazlası ile tölerans göstererek eve gidince tüm hıncını aile fertlerinden çıkarmak”.

Geçenlerde yaptığım ve daha önceki yazılarımda anlattığım “davranış testi” bize şunu anlatıyor. Ne kadar sabrediyoruz, ne zaman patlıyoruz,bu açık agresif süresi ne kadar devam ediyor,sonrasında tamamen pasifliğe mi gömülüyoruz, ya da kin tutmaya mı başlıyoruz. Ne iş hayatı, ne de aile hayatı sabırsızlığı, tahammülsüzlüğü, çözümsüzlüğü kaldırmıyor. Olabildiğince uzlaşmacı, hoşgörülü, çözüm odaklı olmak gerekiyor.

Günümüzde insanların gurur damarı çok daha sert. Her şeyi emir, her şeyi hakaret, her şeyi kavga olarak algılıyoruz. Karşılıklı güven ortamı neredeyse sıfır. Ön yargılar en yüksek seviyelerde. İyi araştırın, marka diyebiliceğiniz kişilerde bunu göremezsiniz. Tabi “sus pus olun, her şeye evet deyin” demiyoruz, asla. Aksine kendinizi uygun bir şekilde gerçekten sesli ifade edin. Anlaşılmaz, kavranamaz, sır küpü gibi olmayın. İnsanlar müneccim değil ki. Pek az insan anlar gözlerden, duruştan, hareketlerden.

Siz siz olun kişiliğinizi parça parça etmeyin. İşte de, evde de aynı güzellikleri sergileyin. Özellikle aile yaşamınızda. Çünkü iş ve işteki insanlar geçicidir. Hayatınızı adadığınız insanlar aileniz, yakınlarınız ve dostlarınızdır. Her şeyden önce marka duruşunuzu bu insanlara gösterin.

Bunları yazmak kolay tabi, herkese başarılar :)


21 Haziran 2008 Cumartesi

Kişisel Markanızın İnşası için





- Sosyal networklerden yeterince ve doğru şekilde faydalanın.

- Farklılığınızı, güçlü yanlarınızı ortaya koyun ve gerçekten insanların bunu doğal olarak farketmesini sağlayın.

- Kişiliğinize, karakterinize, eğitim ve tecrübenize zıt işler yapmayın. Cesaret gerektiren işlere girebilirsiniz fakat yine de aynı güçlü yanlarınızı kullanırsınız. En uygun olan işi seçmek ve paraya dönüştümek size daha mutlu bir yaşam sunar.

- Başkalarına yardım edin, kazanmalarına yardımcı olun. Networklerde adınız daha güzel anılır. Bu aslında marka duruşunuzu sağlamlaştırmak için başkalarına verdiğiniz bir prim gibidir.

- Kendinizi bolca anlatarak kişisel markanızı inşa edemezsiniz. Bırakın başkaları sizden övgü ile bahsetsin. Yani hem reklamınızı yapın, hem de yaptırın.

- Köşenizde oturarak bu işi başaramzsınız. Görünün, internette, sektörünüzde, sosyal ortamlarda. İnsanlar sizinle birlikte oldukalrı anları unutamasınlar.

- Gerçek yaşam duruşunuzu ortaya koyun ve kendiniz olun. İnsanlar güvenilir, zeki ve karizmatik kişilerden etkilenirler.


20 Haziran 2008 Cuma

Bunları Yaparsam


1- Çok yoğun olabilirim ama gelen telefon ve e-postalara geç dahi olsa, planlı bir şekilde, olumlu, olumsuz yanıt vermezsem,

2- Toplumsal gelişimle ilgili etrafta nutuk atarken bir kişinin dahi kişisel girişimine katkıda bulunmazsam,

3- Beni yöneten insanlardan beklediğim anlayış ve saygıyı kendi çalışanlarıma göstermezsem,

4- Başka anne babalara kızarken kendi çocuğumu aynı şekilde yetiştirirsem,

5- Her yeni kişi ile tanıştığımda, ya da yeni bir proje ile karşılaştığımda büyük bir dolar işaret görmeyince, saygımı kaybedersem,

6- Yapılan bir emeğe, girişime “iki kalas, bir heves“ diyerek dalga geçersem,

7- İnsanları küçümseyerek, küçük dağları ben yarattım dersem,

v.s
v.s

marka insan olmayı nasıl düşünebilirim sizce?


18 Haziran 2008 Çarşamba

Hikaye, Satar!


Marka algısı uzun bir dönem sonunda biriken ve sonuçlanan bir algıdır. Bir araba markasının güvenlik hikayesi, ya da "hız" la ilgili hikayesi o kadar çok duyulmuştur, görülmüştür ki beynimize, kalbimize kaznılmıştır adeta. Ve bu hikaye devam ettiği sürece o markanın ayaklı reklamı gibi oluruz.

Kişiler için de aynı şey geçerli. Her ne kadar ön yargılarla yeni tanıştığımız bir kişiye notunu versek de aslında onun hikayesini araşırmaya başlıyoruz. Ve ayrıntıları öğrendikçe o kişiye gerçek marka notnu veriyoruz. Ya övgüyle bahsederek, her yerde onu tavsiye diyoruz ya da o kişiden uzak duruyoruz, adını bile anmıyoruz.

İstediğiniz kadar zorlayın, Bu hikaye sizden başkasını yansıtmaz. Yani hikayeniz, sizin hayalleriniz, ümitleriniz, aksiyonlarınız, davranışlarınızdır. Son 10 yıllık hikayenizi 10 cümlede yazın isterseniz. Zor olacağına eminim fakat doğru ifade ettiğiniz zaman karşınıza çok değerli bir tablo çıkacaktır. Fakat bu tabloyu doğru yerde, doğru zamanda, doğru kişilere sunamadığınızı görürsünüz. Ve yaşamınız devam ettiği sürece sonraki 10 yılda aynı yanlışları yapmamaya gayret edersiniz.

Şimdilerde hikayelere ulaşmak artıkçok kolay. İnternetten bir kişi hakkında küçük bir araştırma ile bir çok bilgiye ulaşabiliyorsunuz. Tabi ki doğruluğuna güvendiğiniz kayıtları seçerek. Ya da o kişi ile her hangi bir networkte tanışarak mailleşebiliyorsunuz.

Bugünlerde mail aracılığı ile tanıştığımız bir beyefendi bana "Google sizi şöyle tanımlıyor" deyince evet, doğrudur benim hikayem odur dedim. Yani isteseniz de, istemeseniz de hikayeniz kendiliğinden oluşuyor zaten. Önemli olan bu hikayenin etkileyic, vurucu, sarsıcı, yol gösterici olması.

Arada bir dünyayı durdurun, gerekiyorsa kimse ile mailleşmeyin, telefonlaşmayın ve hikayenize bir göz atın. Nasıl algılandığınızı bilin. Sonra "aaa bir türlü iş bulamıyorum, başarılı bir girişim yapamıyorum" demeyin.

Hani biyografi belgesellerinde bilenler o ilgili kişiyi anlatır ya. Sizin de anlatılmanız için hayata veda etmeniz gerekmiyor. Az da olsa nerede nasıl anlatıldığınızı bilin.

www.markasizsiniz.com adresindeki marka insanlar menüsünde de hem kendinizi, hem de iş ve özel yaşamınızdan "kişisel marka" diyebileceğiniz insanları anlatabilirsiniz. Hem de anlatılan diğer marka insanları da örnek alabilirsiniz.

En güzel hikayelere imza atmanız dileği ile.

13 Haziran 2008 Cuma

Kişisel Markalaşma nasıl oluyor ya da olamıyor?

Yıllardır kişilikle, davranışlarla, iletişimle ilgili farklı eğitimler aldım. Bazıları gerçekten çok etkileyici oluyor. Çünkü insan denilen varlığın daha iç dünyasına iniyor ve analiz, çözümleme yapıyor. Yani sıfır noktasından, hatta annemiz bize hamile kaldığından itibaren. Bu gibi konuları bilmek için illa ki psikoloji okumaya gerek yok. Bilimsel uzmanlık için tabi gerek var ama özet bilgileri öğrenmek herkes için zorunlu. Özellikle patronlar, yöneticiler ve tabi ki satışçılar için.

Bugünlerde çok beğendiğim, saygı duyduğum Ufuk Koç ekibinden Arcan beyin yaptığı iki testin sonucunu anlattığı eğitime katıldım. Önce belki bir çok kişinin bildiği şaşırtıcı gerçekleri tekrarlayalım;

1- 5 yaşına kadar kişiliğimizin % 85’i oluşuyor.
2- 5-14 yaş arası, yani ergenliğe kadar da % 15’i oluşuyor.

Yani olay bitti mi? Bundan sonra gerçekten de çocukluğumuzu yaşıyoruz. Sadece eğitim ve kontrollerle hatalı yönlerimizi düzeltmeye çalışıyoruz.

Özellikle bir çocuğun ilk üç yılı altın değerinde. İşle işleyebildiğin kadar. Güzel işleyemezsen ileride bir sorun paketi önünde. Bu eğitimi doğru verebilmek için isterseniz 3 üniversite 2 yüksek lisans bitirin. Yine de bakacaksınız ki çocuk 3 yaşına gelmiş olacak ve aslında bir çok eksik olduğun farkedeceksiniz. Tabi ki elinizden geleni yapmış olacaksınız belki ama yanlışlarınızı kim sorgulayacak. Tabi ki çocuğunuz büyüyünce onun yaşam karnesi aslında anne babaya verilmiş not olacak.

Bu işin çocukluk kısmı. Büyüdük ve 30 yaşına geldik diyelim. Bir şirkette çalışıyoruz. Yüzlerce, belki binlerce insan var iletişimde bulunduğumuz. Her biri ayrı telden çalıyor. Hiç biri birbirine benzemiyor. Ama şirket çıkarları ve para kazanmak için doğru iletişim kurma zorunluluğumuz var. Hani “insan sarrafı” derler ya o durumda da bir çoğumuz olamayabiliriz. O zaman ne olacak. Psikoloji, insan kaynakları araştırmaları artık çok gelişti. Bu değerlendirmelerden ikisini ele alalım. Eğitimin özeti gibi olsun.

1- Davranış Tarzı Testi (28 soru)
2- Kişilerarası Etkileşim (40 soru)

550 soruluk olanlar da varmış, şükredelim.

Davranış tarzına göre bazı sonuçlar;

Görev Odaklı-İnsan Odaklı-Pasif-Agresif gibi açılımlar var. Testin sonucunda örneğin görev odaklı ve agresif yelpazesinde çıkabiliyorsunuz. Yani sürekli güç, prestij, denetim, hedef, başarı isteyen panter, yönlendirici bir kişi. Ya da insan odaklı ve pasif yelpazesinde. Yani onay bekleyen, ekip isteyen, sadık, vefalı, aidiyeti bol olan bir kişi.

Kişilerarası Etkileşime göre bazı sonuçlar;

Örneğin baskı altındaki davranışlarımız. Çözüm için ne kadar girişkeniz ve düşündüklerimizi ne kadar, hangi şekilde ifade ediyoruz? Hangi sürede, ne kadar agresif oluyoruz. Ne zaman pes ediyor, ya da ne kadar süre içimize atarak, kin tutarak “hımmm ben sana gösteririm” diyoruz.

Tüm bunları tekrar tekrar okuyunca, eğitimini alınca kişisel markalaşmanın ne demek olduğunu sanırım daha iyi anlıyoruz. Bu eğitimlerin amacı öncelikle insanın kendini, varlığı, hayatı tanımasıdır. Kimse “ben böyleyim, ne yapayım” diyemez. O zaman bir çoğumuzun anne ve babası bu eğitimleri almış ve doğru uygulamış olmalı. Bu da imkansız gibi bir şey. Önemli olan çocukluktan ya da genlerden gelen güzellikleri, güçlü ve doğru davranışları korumak, eksik, zayıf ve hatalı yönleri de ısrarla değiştirmeye çalışmaktır. Ama bu arada zorlama ile gastrit olmadan.

Biraz uzun oldu ama konumuz kişisel markalaşma ve marka insanlar idi. Bu iki kavrama uyan insanları iyi inceleyin. Göreceksiniz ki bu anlattıkarımızı, eğitimini almamış olsa dahi çok iyi bilen, ona göre davranan gün görmüş, sabırlı, anlayışlı, yerinde konuşan, yerinde susan, sadece bakışları ile bir çok mesaj verebilen insanlardır. Bu arada “insan sarrafı” olmak için illa ki 70 yaşında olmaya gerek yoktur. Henüz 30 yaşındaki bir satışçı da hedef kitlesini, müşterilerini iyi analiz ederek bu sonuçlara ulaşır ve en uygun satışı yapar. Genç bir yönetici de her biri farklı kişilikleri olan 100 kişilik bölümünü de her birine bu testleri yapmış ve sonucunu biliyormuş gibi davranır ve yüksek verim alır.

Sonuç; Arcan beyin de eğitim sonunda ifade ettiği gibi "en zor olan insanını kendini yönetmesidir." Bu da zaten marka insan olabilmenin olmazsa olmaz şartıdır. Sakın bu yazıdan sonra anne babanıza ve çeverenize kızmayın :) Halinize şükredin ve kendimi daha çok nasıl geliştirebilirim, insanlığa daha çok nasıl faydalı olabilirm diye düşünün.

Saygılarımla ve teşekkürler Ufuk Koç ve ekibi.

12 Haziran 2008 Perşembe

Proje yerine otur!

Bir önceki yazımızda projeyi tahtaya kaldırmış ve sorgulamıştık. Şimdi ise projeye “yerine otur ve bizden talimat bekle“ diyoruz. Bana göre projeyi çok fazla rahatsız etmemek ve biraz akışına bırakmak gerekiyor. Bir anda en güzel tasarım olsun, bir anda tüm aplikasyonlar devreye girsin, bir anda bilmem ne kadar hit alsın ve üye kaydı v.s. olsun. Uzun soluklu olması gereken projelerde acelenin birfaydasını şimdiye kadar hiç görmedim. Fakat anlaşılır, kullanılabilir bir düzeyde pazarı takip ederek projeyi hızlıca ortaya koymayı her zaman kural edindim.

Genelde düşündüğüm projeler uç, dünyada direkt aynı örneği olamayan uzun vadeli fayda getirecek projeler oluyor. Bir de hedef kitle herkes olmuyor doğal olarak. Örneğin bu proje için düşünürsek, kişisel markalaşmanın,marka insan olmanın ne demek olduğunu hiç düşünmemiş, ya da gereksiz olduğunu düşünen kitle zaten sayfamıza bile uğramaz. Bir de hayatın, insanlarla birlikte yaşamanın ne denmek olduğunu anlayan kişilere proje daha cazip geliyor. Bir de belli yaşın üzerindekiler“aman ne gerek var“ modunda davranıyor. Adım gibi eminim ki bu projeye marka insan kaydı gienler % 80 oranında 25-40 yaş arası kişiler olacak.

Şu anda içerik olarak sadece bir e-kitap var. Bir de marka insan kayıtlarını alıyoruz. Yavaş yavaş içerik zenginleşecek. Kayıtlar da artacak. Daha önce ahsettim mi bilemiyorum fakat ileride ”second life” gibi bir açılımı dahi düşünüyoruz. İşte projeden bazı tüyolar;

- Aynı etikete, özelliğe sahip kişiler sorgulanabilecek. İsim soyaddan da arama yapılabilecek. Harf indexine göre de aram verilebilir.

- Fotoğraf ekleme bir sonraki versiyonlarda olacak.


- Görüntülü kayıtlar da alınacak.

- Bu marka kişiye ne sormak isterdiniz? Özelliği olacak.

- İşini çok iyi yapan ender insanlar da marka olarak buraya yazılarak bir referans arşivi oluşmuş olacak.

- Bu kişisel markayı tavsiye etmek ister misiniz? Özelliği de olacak.

- Hiç tanımadığımız ama bazı konularda değerli ödüller almış insanlar da eklenecek. En başarılı girişimci v.s. gibi. Belki buna ayrı bir kategori açılabilir.


v.s. Bu kadar ipucu yeter. Yoksa tüm proje planını anlatacağız.

11 Haziran 2008 Çarşamba

Proje tahtaya kalk!

Projemizi sorguluyoruz. Henüz 3 hafta kadar oldu. Yakın çevremizden gelen çekinceler şunlar;

1- Çevremde pek marka diyebileceğim insan yok ki!

YORUM: Büyük yalan.

2- Marka insanlarımı burada anlatmamın bana bir faydası yok ki!

YORUM: Sosyal gelişime katkıda bulunmak ve bencillik durumunuzu tekrar sorgulayın.

3- Kişisel markalaşmayı pek anlayabilmiş değilim, hayatmı yaşarım olur biter.

YORUM: Doğru, öylesine bir hayat yaşar gidersiniz.

4- Sayfanız içerik ve tasarım açısından pek albenisi yok.

YORUM: Kesinlikle haklısınız, ama en iyisini yaparak hiç kimse projenin çıkışını geciktirmez. Genelde BETA versiyonu kullanıcı isteklerini, davranışlarını anlayabilmek için asgari kullanılabilir düzeyde proje devreye alınır. Sizden gelen talepler doğrultusunda geliştirmeler devam ediyor.

5- Marka Sizsiniz diyorsunuz fakat Marka İnsanlarımımızı yazmamızı istiyorsunuz, tezatlık yok mu?

YORUM: Kesinlikle var. Fakat projenin ilk amacı içerik amaçlı idi fakat marka insanlarınızı yazın uygulaması da cazip geldi ve buna da ağırlık vermek istedik. Zaten markasizsiniz.com a girilen kayıtlar bir süre sonra markainsanlar.com adresine alınacak. Ve asıl sosyal paylaşım bu siteden devam edecek.

6- Projenizin hedefini tam olarak anlayamadık.

YORUM: Bkz. Bu blogun ilk yazısı. Veya
www.markasizsiniz.com anasayfadaki yazımız. Daha fazla kelime kalabalığı yaratmak istemiyoruz. Büyük çoğunluk tarafından anlaşılmaz ise zaten bu sayfalar Google gibi arama motorlarının derinliklerinde kaybolup gidecektir.

7- Marka insan olarak yazılan kişilerden izin alınması gerekmiyor mu?

YORUM: Bir çok yerde, örneğin yazılı ve görsel basında değişik kişilerden bahsediliyor. iyi ya da kötü. Ama izin alınmıyor. Sorun olduğunda, o kişi bu kaydı istemediği zaman sileceğiz. Bir de izin almak için bir irtibat tel,ya da e-mail gerkir. Şimdi çok yaşlı ya da vefat etmiş bir insanın e-mailini nasıl ulabilirim. Şimdilik bu izin prosedürünü uygulamıyoruz. Sadece marka insan olarak girilen kayıtların e-mail adresi var ie o kişiye bilgi maili gönderiyoruz.

Kişisel markanız için her gün bir şeyler yapın, marka insanlarınızı anlatın ve tanımadığınız marka insanları da tanıyın, örnek alın, bu fırsatı kaçırmayın.

Saygılarımla.

9 Haziran 2008 Pazartesi

David F. D’Alessandro’nun “Kariyer Savaşı” adlı kitabından

Biraz uzun gelebilir ama http://www.alitopusat.com/DergiMakaleDetay.aspx?detay=234 linkindeki yazıyı iş yerinde sürekli okumanız ve sürekli uygulamanız gerekebilir. Ya da yanınızda taşıyın, sabah servisle giderken okuyun ki, gününüzn nasıl geçebileceği konusunda hazırlıklı olun. Akşam okuduğunuzda da gün içinde yaşadıklarınızla yazılanların uygunluğunun ne kadar uyuştuğunu fark edin. Ama sakın patronunuz görmesin :)

Ben yine de size bazı alıntılar yapayım;

İyi bir şöhretin 5 kilit niteliği şunlardır:
1.Kazandığınız parayı hak edin.
2. Daima doğruları söyleyin.
3. İhtiyatlı ve basiretli olun. Ne zaman konuşacağınız ve ne zaman susacağınız hakkında kesin bir kararlılığa sahip olun.
4. İnsanların sizin için çalışmak istemelerini sağlayın. Sosyal birisi olun ve dürüstlüğünüzle bilinin.

Unutmayın, başarılı bir kişisel marka oluşturabilmek için şunları yapmalısınız:
— Bilinçli olun. Yaptığınız ve söylediğiniz her şeyin size geri döneceğini aklınızda tutun. İnsanlar sizi bunlarla yargılar.
— Doğru insanların sizi fark etmelerini sağlayın.
— Sizi daha üst noktalara taşıyacak nitelikler edinin.

Bir kez markanızı inşa etmeye başardıktan ve yükselmeye başladıktan sonra, ormanın bütünsel görünüşünü kaybetmeyin. Başarınızın sizi yutmasına izin vererek, kendinize takılı kalmayın. Bu hem insani yanınız, hem de kariyeriniz için kötüdür. Bunu engellemekle ilgili altı öneri şunlardır:
1. Kendi dehanız hakkında şüpheci olun.
2. Etrafınızda aynı derecede şüpheci insanlar bulundurun.
3. Ayaklarınızı yere sıkıca basın ve size insan olduğunuzu hissettiren dostlar edinin.
4. Kurbanlarınıza karşı anlayışlı olun.
5. Golf dışında ilgi alanları geliştirin. Size, dünyanın işten ibaret olmadığını hatırlatacak bir şeyler yapın.
6. Ailenize kimin baktığını unutmayın. Müşterilerle ve hissedarlarla bağlantınızı yitirmeyin. Büyük markalara sahip insanların ayakta durmalarının nedeninin, bu insanların başarılarını dünya ile bağlantı aracı olarak gördüğünü unutmayın. Toplumun onayını kazanmanız çok önemlidir.

Orta yaşta ya da kariyerinizin ortalarında olsanız bile, ivmenizi yitirmemek için gerekli on tavsiye şunlardır:
1.Kendinizi emsallerinizden ayırın. Sürekli onlarla kıyaslanacağınız için, ayırt edici ya da özgün şeyler yapmaktan ve söylemekten kaçınmayın.
2. Kolay teslim olmayın. Bir iki darbede hemen havlu atmayın. Hatalarınızdan ders alın ve bunları fırsata dönüştürün.
3. Sorgulamaktan korkmayın. Fırsatları, meydan okumaları ve terfi olanaklarını zorlayın.
4. Patronunuzun sizi kolay satın alınabilir biri olduğunuzu düşünmesine izin vermeyin. Maaşınızda küçük bir artış uğruna büyük bir meydan okumayı ya da fırsatı atmayın.
5. Hiç umulmadık yerlerde doğabilecek fırsatlara hazırlıklı olun.
6. Riskli ve gerçekleştirilmesi zor görevlere talip olun ve bunları yerine getirin.
7. Bir güven çemberi oluşturun. Size güvenebileceğiniz ve anlamlı tavsiyelerde bulunan insanlardan oluşan küçük bir çember oluşturun.
8. Markanızı değiştirmek için asla yaşlı ya da değilseniz, markanızı her gün yeniden kurun ve gerekli ayarlamaları yapın.
9. Yalan söylemeyin, dedikodu ve hırsızlık yapmayın.
10. Her gün yeniden kurduğunuz şöhretinize özenli davranın.

www.alitopusat.com dan alıntıdır.



Zafer Babür - Eczacıbaşı İş Geliştirme Müdürü

Bugün Eczacıbaşı İş Geliştirme Müdürü Zafer Babür beye yeni projemiz hakkında bilgi verdim. O da marka insan olarak gösterebileceği bazı isimler iletti. Bunlar; Erol Aksoy, Ersin Pamuksüzer, Tevfik Aydın, Eren Talu. Gerçekten de her biri marka olmuş kişiler. Aslında Zafer bey de benim için marka bir insan. Neden mi?

1999 Şubat ve 2000 Ekim tarihleri arasında İktisat Bankası bilgi işlemde çalıştım. Zafer beyin adını çok duydum fakat bir türlü tanışma fırsatı olmadı. Aradan yıllar geçti. Banka kapandı v.s. Şimdi ne zaman bir yerlerde teknolojik yeniliklerden, bankacılık sektöründeki projelereden bahsedilse ve İktisat Bankası'nın adı geçse Zafer Babür adı bir çok kez geçer. Yani öyle bir noktaya geldi ki hiç tanımadığım bir insan zihnimde öyle bir yer etti ki benim için bir marka oldu. Eminim tanıyanlar onun marka bir insan olduğunu zaten biliyorlardır. Kendisi tevazu göstererek her ne kadar "ben marka değilim" dese de.

Zaten bana göre marka insanların en büyük özelliği yaşamda bir çok şeyi içine sindirmiş, sonradan görme olmayan mütevazi ama derin bir enginliğe sahip insanlardır.

7 Haziran 2008 Cumartesi

Marka İnsanlar

Marka insanlar menümüzde şu anda çok az sayıda kayıt var. Projeyi haber verdiğimiz kişiler marka insan kaydı yapmak için biraz düşünmeleri gerektiğini söylediler. Kesinlikle doğru. Bir insanın hayatındaki herkes, o insan için gerçekten etkili bir marka olamaz.

Biz de zaten onu rica ediyoruz. Hayatınızdaki en özel marka insanları, sıradışı yaşamları olan, insanları etkileyen kahramanlarınızı yazın diyoruz.

Yakın zamanda projenin bazı gizli detaylarını da buradan paylaşacağız.

Hedefimiz 2010'lu yıllar ama günlük, aylık hedeflerimiz dahi var.

Bu arada sormakta fayda var; direkt bu konseptte bir sosyal network sitesi duyan bilen var mıydı?

İlk kitap-çık denemesi


www.markasizsiniz.com daki e-kitap menüsünde sohbet tadında kaleme aldığım bir kitapçık var. Konu tabi ki kişisel markalaşma ile ilgili. Aslında hayatın ta kendisi. Amatör olarak yazılan bu denemeyi eşim ilk okuduğunda bana şunu dedi; "iyi insan olmanın kitabını yazmışsın". Doğrudur, iyi insanların marka olması daha önemli değil mi. Ona bakarsanız mafya da terör örgütü de marka kimliğine bürünüyor ve etkisini gösteriyor.

Kitabı düzenlemeye ve güncellemeye devam edeceğim. Basılı olarak yayınlanır mı bilemiyorum ama ben şimdilik buradan yayınlamaya karar verdim.

Faydalı olabilmesi dileği ile yorumlarınızı beklerim efendim.

Unutmayın, "marka sizsiniz, reklamınızı yapın".

Başlarken;


MARKA SİZSİNİZ VE MARKA İNSANLAR

Her insan doğuştan bir marka değeri taşır. Önemli olan aldığımız eğitim ve tecrübelerimizle bu marka farkımızı geliştirmek ve çevremize doğru, anlaşılır şekilde sunmaktır. İşini iyi yapan bir insan da bir çok kişi için markadır, güzel, hoşgörülü davranan kişiler de çevresi için bir markadır. Marka insanlar illa ki dünyaca ünlü, zengin, medyatik insanlar demek değildir. Daha kısaca ifade etmek gerekirse; sevilen, sayılan, kendisine özenilen, yaşamdaki duruşu ile çevresinde parmakla gösterilen insanlar “marka”dır. Bize göre örneğin en başta “marka sizsiniz”

Uzun zamandır ben de herkes gibi internetteki sosyal networkleri takip ediyorum. Eski arkadaşlarını bulanlar, yeni arkadaşlıklar kuranlar, iş dünyasından kişilerle tanışanlar. Bu liste uzayıp gidiyor. Fakat burada temel bir başlangıç var. Önce kendimizi tanıtıyoruz. Ve kendini tanıtan insanlar arasından birileri ile tanışıyoruz ya da network oluşturuyoruz. Yani burada hafif bir bencillik var gibi. Nasıl mı?
Doğduğumuz günden bu yana hayatta tek başımıza yaşamadığımıza göre ve çevremizde “kişisel marka” diyebileceğimiz insanlar olduğu halde neden bu kişileri anlatmayız internette. Her insanın doğuştan bir marka değeri taşıdığını düşünüyoruz. Ve insanlara “marka sizsiniz” diyoruz. Ve ekliyoruz, peki ya sizin marka insanlarınız kimler?

Saygı duyduğunuz, örnek aldığınız, imrendiğiniz, yanında iken huzur bulduğunuz size ilham veren, güç veren, sıra dışı yaşam hikayesi olan kahramanlarınız kimler. Yakınlarınız, iş dünyasından tanıdıklarınız, hiç tanımadığınız halde uzaktan takip ettiğiniz, ölmüş fakat toplumlara yön vermiş, sizi derinden etkilemiş insanlar kimler?

Problem; her insan bir ölçüde marka değeri taşıdığı halde kim biliyor, nerelerde anlatılıyor, tanıtılıyorlar? Ve bu değer biçilemez özelliklerini kim biliyor ve takdir ediyor? Bir çok sosyal network sitesinde arkadaşlarınızla bağlantı , başkaları ile dostluklar kuruyorsunuz. Fakat en değerli insanlarınızı özel bir konsept ile hiç bir yerde anlatmıyorsunuz. Sadece bazı networklerde hafif bahsediyorsunuz o kadar. Bencilliği bırakalım, güzel insanları daha çok insana anlatalım. O güzel insanlar da neden bu kadar özel olduklarını mütevazi bir şekilde anlatsınlar.

Aramakla bulamayacağınız değerli insanlar ve hayatta, iletişim kurabilir, tavsiyeler alabilir, ve hayatınıza yön verebilirsiniz. İnsanların buna ihtiyacı var mı? Milyonlarca üyesi bulunan networkler de daha 5-10 yıl öncesine kadar yoktu. Fakat ihtiyaç vardı ki tutuldu. Biz de diyoruz ki, iyi insanların güzel hikayeleri neden yazılmasın, neden okunmasın. Örnek alacağımız kişilere o kadar çok ihtiyacımız var ki!

Kişisel markanızı en doğru ve en güzel bir şekilde konumlandırabilmeniz dileği ile.

NOT: Marka insanların kayıtları ve sadece bu kayıtların girilebileceği web sayfası ilerleyen fazlarda
www.markainsanlar.com üzerinden olacaktır. www.markasizsiniz.com ise içerik portali olarak devam edecek.

Saygılarımızla.