25 Ağustos 2008 Pazartesi

En iddialı duruş, iddiasız olandır.

"Ben yaptım, ben ettim, şu küçük dağları da ben yarattım, bu şirketi, bu departmanı bu hale ben getirdim" Kulağa nasıl geliyor, iddialı ama hiç hoş değil, değil mi! Ego had safhada ve damarlarımızda kan yerine gurur akıyor sanki. Özellikle de yönetici kesiminde. Başarılı, zeki, süper aktif bir insan olabilirsiniz. Ama bu, dünyayı, hele ki başkalarının dünyasını sizin yönettiğiniz anlamına gelmez ki?

Kişisel markalaşma bir "duruş" tur. Bu duruş sizi bir yerlere taşır ya da yarı yolda bırakır. Burnundan kıl aldırmayan, eleştirilere tahammülü olmayan, yönettiği şirketi ya da departmanı aslında deneme tahtası gibi kullanan insanlardan öğrenilebilecek tek şey, marka duruşunu bu şekilde sergilememektir. Kişisel gelişim kitapları ısrarla gerçek liderliği, koçluğu anlatır durur. Fakat bu bahsettiğim tipte insanlar işin uygulama yönüyle değil de "o kitabı ben de okudum" havasını atmakla ilgilenir.

Bu tipte kişiliklerin kendilerine ve çevrelerine güvenle ilgili sorunları vardır, emin olun. Bu kişi bir yönetici ise; fırça atmak için konuşmaya, güzellik değil hata bulmak için bakmaya başlar. Ve kesinlikle bu tarzı için bir bahanesi vardır. Hep merak etmişimdir, üst düzey yöneticileri kim eleştirir acaba. Pazarlamanın "p" lerinden, koçluğun "k" sınden anlamayan bu insanlar hayatlarını sadece paranın "p" sinden anlayarak mı geçirirler.

Ve yine yöneticilerden devam edelim. Sevgi, empati, saygı yerine korku imparatorluğu kurmayı tercih eden patron tiplerden. Kusura bakmayın ama sevilmezsiniz. Paranız ve gücünüz olduğu için yüzünüze gülünür ama arkanızdan bol bol konuşulur. Her yiğidin bir yoğurt yemesi vardır, tabi ki katılıyorum. Ama günümüz dünyasında doğru yönetim metodlarını da duymayan, bilmeyen kalmamıştır. Yani her yiğit yönetici yoğurdu hemen hemen aynı şekilde yemek zorundadır. Özellikle çalışanlarına karşı tavırlarında.

Yalın, saf, duru, sade bir "duruş" sadece yöneticiler için değil, anne, baba, öğretmen, usta, çırak herkes için gereklidir. En başta kendi yaşamınızı büyük çelişkilerden, çekişmelerden, hırs yorgunluğundan kurtarmış olursunuz. İnsanlar sizinle konuşmak, ya da dinlemek için can atar. Sesinizi duymak, yazdıklarınızı okumak onlara nefes almak kadar kolay gelir ve huzur verir. Kilionuz ağır olsa da siz siz olun insanlara ağır gelmeyin. Her işinizde her hareketinizde ezici bir iddia taşımayın. İddialı duruş vücut duruşunuzu, mimiklerinizi, bakışlarınızı dahi etkiler. Sürekli "baskın gelme" şeklinde bir havada olursunuz.

Bu cümleleri yazarken asla atalette kalmaktan, pasiflikten, geri durmaktan, hakkını, görüşünü savunmamaktan bahsetmiyorum. Aksine her hareketiniz, her bakışınız öyle bir iddialı olsun ki, içinde iddianı "i" si dahi olmasın.


İddia zorlamadır, hep yarışta olmak, hep rakip aramaktır. "Sessizlik" atmosferinin de büyük bir iletişim olduğunu unutmayın. Kendin olmak, sahip olmaya çalışmamak, doğal olmak en büyük zenginliktir. Bir kitapta, en büyük hilenin, hilesizlik olduğunu okumuştum. Ben de diyorum ki, en büyük iddia, iddiasız olmaktır.

Saygılarımla.

Hiç yorum yok: