12 Kasım 2008 Çarşamba

Algılarımız, sınırlarımızdır.


Zaman ve mekan algımızın bir ölçüsü var. Bu ölçü her birimizde farklıdır. Düşünme, karar verme, uygulama aşamalarında dahi belli kalıplar kullanırız. Çocukluğumuzdan bu yana bir şeyler bize sayılı boyutlarla anlatılır, öğretilir. Bunların hepsi sınırlarımızdır. Bu sınırları aşabilmek, doğuştan üstün özelliklere sahip ya da kendini fazlasıyla geliştirmiş kişilere nasip olur.

Belli kabiliyetlerimiz var ama biz daha fazla başarı istiyorsak yanılırız. Önemli olan bu kabiliyetleri doğru iş alanlarında kullanmak ve sürekli geliştirmeye çalışmaktır. Şans, kısmet deriz ya, kadere inansak da inanmasak da şunu biliriz ki, doğru “yer, zaman ve kişi” üçgeni birleştiğinde bu kısmetler bizi bulur. Çok az örneği vardır ki, tembel, iki kelimeyi bir araya getiremeyen, düşünmekten aciz insanlara fırsat kapıları açılsın. Eğer bir şekilde o fırsat kapısı denk geliyor ve kişi o kapıdan girerek verimli bir şekilde değerlendiriyorsa işte bu gerçekten şanstır. Ya da “yürü ya kulum” denmiştir yaygın bir tabir ile.

Gelin yaşamımızdaki bazı kategorileri nasıl algıladığımızı ele alalım. Örneğin şunları düşünüyor muyuz?

- Kendi dilimiz yerine hava atmak için yabancı kelimlere kullanıyorsak gelecek nesilleri nasıl bir tehlike bekler?

- Tarih bilincini sadece bir ders, bir sınav aracı gibi düşünürsek ve en azından belli noktalarını öğrenerek, ders alarak çocuklarımıza doğru şekilde anlatmazsak ne olur.

- Internet, sosyal medya, “reputation” v.s. diyerek aslında kendimizi oyalayarak hedef algımızı bilmeden sulandırıyorsak ne olur?

- Zamanı, mekanı, yaşamdaki tüm olayları ve araçlarını nasıl algılıyoruz? Tüm bunları lehimize mi aleyhimize mi kullanıyoruz?

- Kalbimizin de, nasıl beyin gibi düşündüğünü hiç araştırdık mı?

- Tecrübelerimizi neden unuttuğumuzu ve aynı hatalara nasıl düştüğümüzün nedenlerini daha derinlerde aradık mı?

- Biz ve öteki algısının toplumları hangi facialara sürüklediğini kavrayabildik mi?

- Yönetmek ile hakim olmak arasındaki farkı anlayarak, iş ve özel yaşamımızda uygulayabiliyor muyuz?

- Günlük yaşamda renk, ses, koku, resim v.s. gibi duyularımıza hitap eden her şeyin algımıza, düşünce sistematiğimize hangi perdeleri çekmiş olabileceğini biliyor muyuz?

- Çocukluğumuzda nasıl bir eğitim aldık ve şu andaki problemlerimizi hangi yöntemlerle çözüyoruz? Yoksa yaşamı günü birlik mi zannetttik, tedbirler almadık mı hala?

- Düşüncelerimizin bize nasıl şekil verdiğini, ısrarla yaptığımız her hareketin bizde nasıl karakter refleksine dönüşeceğini fark ettik mi?

Son olarak annemizin rahminde yaşamımız başladığı andan itibaren algıladığımız her şeyin bizi aslında sınırladığı, etrafımıza duvarlar ördüğü, gerçeği gizlediğini anladık mı? Hadi anladık diyelim bu duvarları yıkabilimek, aşabilmek için kaçımız yaşamımızda radikal değişikliklere gittik?

Yoksa siz de benim gibi emeklilik, ya da hep sonraya ertelenen çözümlerin hayalleriyle mi yaşıyosunuz !

Hayat, hayatın içinde o da bir evren gibi uçsuz bucaksız olan “insan” da gizli.

Saygılarımla.

Hiç yorum yok: