
"Zahterden messez olmaz"
Belki, bilenler vardır, zahter bildiğimiz kekiktir. Messez ise -af buyurun- hayvanları yönlendirmek için kullanılan uzun ince bir ağaç dalı, yani sopadır. Kekik gibi küçük zayıf bir bitkinin bir sopa kadar sağlam olması ve iş görmesi mümkün mü? Tabi ki, hayır. Bu iki nesne neden karşılaştırılmış gelin ona bakalım.
Rahmetli babam, bu sözü çok büyük hırslar peşinde koşan, yaşam şartlarına bakmadan ütopik hayaller kuran insanlar için söylerdi. Yani "imkansız" olanı bu cümle ile ifade etmeye çalışırdı. Halbuki, babam feci şekilde hırslı, iş bitirici, hedefleri olan, başarı peşinde koşan bir Anadolu çocuğu idi. Bilirsiniz, zorlu yaşam hikayeleri olan, köyden kente yerleşip kendini geliştirebilen, çocuklarına gelecek sağlayabilen insanları. Bu insanların hem hayalleri vardı, hem de realite algıları. Yani dengeli bir hırs metaforu. Şimdi beni, sizi, onları bu çerçevede inceleyelim.
İletişim, teknoloji, eğitim arttıkça güç, rekabet ve hırs değerlerimiz de yükseliyor. Ve arkasından gelen iç-dış kavgalar, çatışmalar, hüsranlar, ümitsizlikler. Akrep burcu olanlar bilir, nasıl bir anda hırslarının esiri olabileceklerini. Bu hem iş hayatında, hem de özel yaşamda olabilir. Bir şekilde doğuştan genlerimize yerleşmiş kazanma, başarma arzusundan, güç sevdasından bahsediyoruz. Belki de imkansızı istiyoruz, belki de yanlış sularda yol alıyoruz, belki de yanlış duvara merdiven dayadık, tırmanıyoruz, düşüyoruz tekrar tırmanıyoruz. Bir an olsun baş döndürücü hızla dönen dünyamızı durdurmuyoruz.
Bu yaşam tarzı kişileri hep bir şeyler yapmaya mecbur kılıyor sanki. Para için, şöhret için, güç için. Örneğin girişim tutkunu olan insanlar kendilerini hep bir proje yapmak zorunda hissederler. Girişimcilik güzeldir, denemek, risk almak güzeldir, büyük bir iç tatmindir ama ya oyunun kurallarını hala öğrenememiş isek. Çırpınır dururuz ve aynı adımlarla farklı sonuçları almaya çalışırız.
İnsan, kendini sürekli geliştirmek zorunda olan bir varlık. Hedefleri, ümitleri olması gerek. Doğru. Ama çapımıza bakmadan çok büyük hayallere girişmek ve başarısız olunca da pes etmek hiç doğru değil. Zahter, messez hikayesi imkansız olan bir mantığı sergiliyor. Ama bu karşılaştırma büyümek, gelişmek, güçlenmek için doğru değil. Çünkü insan düşünen bir varlık, bir bitki değil. Bir çalı, bir sopa kadar sağlam olamaz ama kendini geliştiren bir çocuk dünyaya yön veren bir insan olabiliyor. Kader, kısmet diyenler olabilir. Tamam ama bizim bu korkuları değil sadece yeteri kadar çaba sarfetmeyi, çalışmayı düşünmemiz gerekiyor. Eskiler de bu sözleri aklı beş karış havada olan insanların ayakları yere bassın diye söylemişler zaten.
Girişimciler, iş adamları, öğrenciler, yani tüm insanlar; sürekli başarmak, kazanmak, güçlü olmak zorunda değiliz. Hepimiz, önce insan olmanın doğal seyrinde yol almalıyız. Aşırılıkların hücrelerimizi nasıl kemirdiğini bilmek zorundayız. Tarihi, geçmişi bir ders olarak değil örnek alınacak bir hazine olarak görmeliyiz. Ve oradan gelen bu gibi atasözlerini sürekli duymalıyız, günümüze yorumlamalıyız. Ama bu gibi atasözlerini yanlış yorumlayarak asla ümitsizliğe kapılmamalıyız. Sadece oyunun kurallarını çok iyi öğrenmeli ve uygulamalıyız.
Gelin siz bunu kişisel markalaşma çabanıza yorumlayın. Hayallerinizi ve şartlarınızı realist bir şekilde önünüze koyun ve yorumlayın. Kendinize süre verin, plan yapın, çok çalışın ama ne olur doğallığınızı, dinginliğinizi bozmayın. En büyük tutkunuz "öncelikle sıfır noktasındaki duruşunu koruyabilen bir insan olmak" olsun.
Saygılarımla.
Belki, bilenler vardır, zahter bildiğimiz kekiktir. Messez ise -af buyurun- hayvanları yönlendirmek için kullanılan uzun ince bir ağaç dalı, yani sopadır. Kekik gibi küçük zayıf bir bitkinin bir sopa kadar sağlam olması ve iş görmesi mümkün mü? Tabi ki, hayır. Bu iki nesne neden karşılaştırılmış gelin ona bakalım.
Rahmetli babam, bu sözü çok büyük hırslar peşinde koşan, yaşam şartlarına bakmadan ütopik hayaller kuran insanlar için söylerdi. Yani "imkansız" olanı bu cümle ile ifade etmeye çalışırdı. Halbuki, babam feci şekilde hırslı, iş bitirici, hedefleri olan, başarı peşinde koşan bir Anadolu çocuğu idi. Bilirsiniz, zorlu yaşam hikayeleri olan, köyden kente yerleşip kendini geliştirebilen, çocuklarına gelecek sağlayabilen insanları. Bu insanların hem hayalleri vardı, hem de realite algıları. Yani dengeli bir hırs metaforu. Şimdi beni, sizi, onları bu çerçevede inceleyelim.
İletişim, teknoloji, eğitim arttıkça güç, rekabet ve hırs değerlerimiz de yükseliyor. Ve arkasından gelen iç-dış kavgalar, çatışmalar, hüsranlar, ümitsizlikler. Akrep burcu olanlar bilir, nasıl bir anda hırslarının esiri olabileceklerini. Bu hem iş hayatında, hem de özel yaşamda olabilir. Bir şekilde doğuştan genlerimize yerleşmiş kazanma, başarma arzusundan, güç sevdasından bahsediyoruz. Belki de imkansızı istiyoruz, belki de yanlış sularda yol alıyoruz, belki de yanlış duvara merdiven dayadık, tırmanıyoruz, düşüyoruz tekrar tırmanıyoruz. Bir an olsun baş döndürücü hızla dönen dünyamızı durdurmuyoruz.
Bu yaşam tarzı kişileri hep bir şeyler yapmaya mecbur kılıyor sanki. Para için, şöhret için, güç için. Örneğin girişim tutkunu olan insanlar kendilerini hep bir proje yapmak zorunda hissederler. Girişimcilik güzeldir, denemek, risk almak güzeldir, büyük bir iç tatmindir ama ya oyunun kurallarını hala öğrenememiş isek. Çırpınır dururuz ve aynı adımlarla farklı sonuçları almaya çalışırız.
İnsan, kendini sürekli geliştirmek zorunda olan bir varlık. Hedefleri, ümitleri olması gerek. Doğru. Ama çapımıza bakmadan çok büyük hayallere girişmek ve başarısız olunca da pes etmek hiç doğru değil. Zahter, messez hikayesi imkansız olan bir mantığı sergiliyor. Ama bu karşılaştırma büyümek, gelişmek, güçlenmek için doğru değil. Çünkü insan düşünen bir varlık, bir bitki değil. Bir çalı, bir sopa kadar sağlam olamaz ama kendini geliştiren bir çocuk dünyaya yön veren bir insan olabiliyor. Kader, kısmet diyenler olabilir. Tamam ama bizim bu korkuları değil sadece yeteri kadar çaba sarfetmeyi, çalışmayı düşünmemiz gerekiyor. Eskiler de bu sözleri aklı beş karış havada olan insanların ayakları yere bassın diye söylemişler zaten.
Girişimciler, iş adamları, öğrenciler, yani tüm insanlar; sürekli başarmak, kazanmak, güçlü olmak zorunda değiliz. Hepimiz, önce insan olmanın doğal seyrinde yol almalıyız. Aşırılıkların hücrelerimizi nasıl kemirdiğini bilmek zorundayız. Tarihi, geçmişi bir ders olarak değil örnek alınacak bir hazine olarak görmeliyiz. Ve oradan gelen bu gibi atasözlerini sürekli duymalıyız, günümüze yorumlamalıyız. Ama bu gibi atasözlerini yanlış yorumlayarak asla ümitsizliğe kapılmamalıyız. Sadece oyunun kurallarını çok iyi öğrenmeli ve uygulamalıyız.
Gelin siz bunu kişisel markalaşma çabanıza yorumlayın. Hayallerinizi ve şartlarınızı realist bir şekilde önünüze koyun ve yorumlayın. Kendinize süre verin, plan yapın, çok çalışın ama ne olur doğallığınızı, dinginliğinizi bozmayın. En büyük tutkunuz "öncelikle sıfır noktasındaki duruşunu koruyabilen bir insan olmak" olsun.
Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder