
Kişisel markalaşma derken hepimizin bildiği gibi bir insanın doğuşundan itibaren kazandığı, sunduğu bir değerden bahsediyoruz. Az ya da çok, bu herkes için geçerli. Farklı iş alanlarında uzmanlıklardan, toplumda sevilen sayılan bir insan olmaya kadar geniş bir değer dünyasından bahsediyoruz. Doğduğumuz yer, aldığımız eğitim, kurduğumuz arkadaşlıklar, edindiğimiz tecrübeler v.s. her şey belli. Ve geldiğimiz her nokta bizim için ömür devam ettikçe “geçmiş“ niteliğini taşıyor. Halbuki bu geçmiş aslında gelecek oluyor ve bizi şekillendiriyor.
Burada nutuk atar gibi, ya da başka bloglarda, web sayfalarında “şunu yapın, bunu yapın“ diye yazıyoruz. Bunları yazarken sanki kendimizin başı göğe erdi de mi böyle yazıyoruz? Tabi ki hayır. Birlikte uğraşıyoruz, saptamalar, hatırlatmalar, çözümlemeler çıkarıyoruz. Okuldaki öğretmen de, şirketteki danışman da, holdingteki CEO da bunun için uğraşıyor aslında. Fakat hissettiğim en büyük eksiklik, bu çabaları, bu sonuçları yeteri kadar anlatamadığımız, sunamadığımız.
Neden iyi insanlar, güzel insanlar, marka insanlar daha az konuşur, daha az yazar, daha az reklam yapar. Sadece ülkemiz insanı mı tarihinde çok zorluklar çekmiştir. Genlerimize mi işlemiştir bu “sinme durumu“. Alman da , Japon da, Uganda lı da sıkıntı çekmemiş midir, ezilmemiş midir tarihinde? Öğretmen susar, yazar susar, danışman fikrini tutar, büyük - kötü balık hep iyi - küçük balığı yutar. Bu kısır döngüye hangi yollardan,kimin zoruyla, hangi şartlarda girmişizdir. Tekrar çıkmanın yolu yok mudur? Özellikle bugünlerde birşeyleri ifade etmeye daha çok ihtiyacımız yok mudur?
Toplumdaki her bireyin kendini gelişitirmesi içsel bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu hissetmeyen, çaba sarfetmeyen herkes gelecek nesillerin ahvalinden sorumludur. Daha çok okunacak, daha çok öğrenilecek, var olmanın kıymeti daha çok bilinecek. Yani anlamlı bir farkındalık ve kapsamlı bir kişisel aksiyondan bahsediyorum. Özel yaşamdaki iletişimden, iş yaşamındaki verimliliğe varana kadar her şey sorgulanacak, ölçümlenecek ve kayıt tutulacak. Ve bu kayıtlar sürekli incelenerek belli bir başarı grafiği yakalanacak. Tersi durumda ne kendimiz, ne de başkası bizi zincirle dövmeyecek ama geleceğin derin kuşkuları ruhumuzu sürekli dövecek. Yaş 40’ı aştığında, başlangıçlardan uzaklaşıldığında bitişlerin acımasızlığı bizi daha da yıpratacak.
Tüm bu sorgulamalarla birlikte neden yaşamımızı bir şirketi yönetir gibi yönetemediğimizi düşünüp duracağız. Hatta kocaman şirketleri yöntebildiğimiz halde özel yaşamımızdaki duruşumuzu neden güçlü, hatırı sayılır bir marka haline getiremediğimizi düşünüp kahrolacağız, nasıl mı? Şirketlerin olmazsa olmaz olarak yaptıklarına kısaca bakalım;
- İnsan kaynakları departmanı hem eğitimleri, hem performansları, hem kabiliyetleri takip eder, koordine eder, yönlendirir.
- MIS, DWH olarak bilinen raporlama, data ölçümleme departmanları sürekli her bir datayı, hareketi inceler, kayıt tutar, yeni aksiyonlar için ipucu verir.
- Bilgi işlem departmanları en verimli iş süreçleri için yazılımlar üretir durur.
- Pazarlama ve reklam departmanı kurumsal iletişim ve reklam kanallarını en doğru biçimde kullanır.
Hepsini yazmama gerek yok. Düşünelim, bir insan ve genelinde toplum neden kendini bu şkilde yönetemez. Ticari kaygılardan daha mı önemsizdir insan yaşamı? Her şey para, petrol, teknoloji midir? Şu son sorudaki para, petrol zaten alıp götürmekte değil midir insanlığımızı. Yerin altındakiler üstündekilerden daha mı rahattır sizce. Görmezler mi sanıyoruz bıraktığı eserleri ya da viraneleri.
Dünkü yazımda yazdım ve tekrarlıyorum. En başta okunması gerekenlerden alıntıdır bu kelimeler; İnsan cahildir, zalimdir, nankördür, düşünmez, alışır, unutur, v.s.
Kendini markalaştırmaya çalışan güzel insanlara sesleniyorum, ne olur güzelliklerinizi daha fazla anlatın, kendinizi daha çok tanıtın. Sadece ailenize değil olabildiğince tüm insanlara faydalı olun. İletişime geçin, iyiyi de anlatın, kötüyü de. Siz örnek olun ki kötü örnekler sinsinler köşelerinde.
Saygılarımla.
Burada nutuk atar gibi, ya da başka bloglarda, web sayfalarında “şunu yapın, bunu yapın“ diye yazıyoruz. Bunları yazarken sanki kendimizin başı göğe erdi de mi böyle yazıyoruz? Tabi ki hayır. Birlikte uğraşıyoruz, saptamalar, hatırlatmalar, çözümlemeler çıkarıyoruz. Okuldaki öğretmen de, şirketteki danışman da, holdingteki CEO da bunun için uğraşıyor aslında. Fakat hissettiğim en büyük eksiklik, bu çabaları, bu sonuçları yeteri kadar anlatamadığımız, sunamadığımız.
Neden iyi insanlar, güzel insanlar, marka insanlar daha az konuşur, daha az yazar, daha az reklam yapar. Sadece ülkemiz insanı mı tarihinde çok zorluklar çekmiştir. Genlerimize mi işlemiştir bu “sinme durumu“. Alman da , Japon da, Uganda lı da sıkıntı çekmemiş midir, ezilmemiş midir tarihinde? Öğretmen susar, yazar susar, danışman fikrini tutar, büyük - kötü balık hep iyi - küçük balığı yutar. Bu kısır döngüye hangi yollardan,kimin zoruyla, hangi şartlarda girmişizdir. Tekrar çıkmanın yolu yok mudur? Özellikle bugünlerde birşeyleri ifade etmeye daha çok ihtiyacımız yok mudur?
Toplumdaki her bireyin kendini gelişitirmesi içsel bir zorunluluktur. Bu zorunluluğu hissetmeyen, çaba sarfetmeyen herkes gelecek nesillerin ahvalinden sorumludur. Daha çok okunacak, daha çok öğrenilecek, var olmanın kıymeti daha çok bilinecek. Yani anlamlı bir farkındalık ve kapsamlı bir kişisel aksiyondan bahsediyorum. Özel yaşamdaki iletişimden, iş yaşamındaki verimliliğe varana kadar her şey sorgulanacak, ölçümlenecek ve kayıt tutulacak. Ve bu kayıtlar sürekli incelenerek belli bir başarı grafiği yakalanacak. Tersi durumda ne kendimiz, ne de başkası bizi zincirle dövmeyecek ama geleceğin derin kuşkuları ruhumuzu sürekli dövecek. Yaş 40’ı aştığında, başlangıçlardan uzaklaşıldığında bitişlerin acımasızlığı bizi daha da yıpratacak.
Tüm bu sorgulamalarla birlikte neden yaşamımızı bir şirketi yönetir gibi yönetemediğimizi düşünüp duracağız. Hatta kocaman şirketleri yöntebildiğimiz halde özel yaşamımızdaki duruşumuzu neden güçlü, hatırı sayılır bir marka haline getiremediğimizi düşünüp kahrolacağız, nasıl mı? Şirketlerin olmazsa olmaz olarak yaptıklarına kısaca bakalım;
- İnsan kaynakları departmanı hem eğitimleri, hem performansları, hem kabiliyetleri takip eder, koordine eder, yönlendirir.
- MIS, DWH olarak bilinen raporlama, data ölçümleme departmanları sürekli her bir datayı, hareketi inceler, kayıt tutar, yeni aksiyonlar için ipucu verir.
- Bilgi işlem departmanları en verimli iş süreçleri için yazılımlar üretir durur.
- Pazarlama ve reklam departmanı kurumsal iletişim ve reklam kanallarını en doğru biçimde kullanır.
Hepsini yazmama gerek yok. Düşünelim, bir insan ve genelinde toplum neden kendini bu şkilde yönetemez. Ticari kaygılardan daha mı önemsizdir insan yaşamı? Her şey para, petrol, teknoloji midir? Şu son sorudaki para, petrol zaten alıp götürmekte değil midir insanlığımızı. Yerin altındakiler üstündekilerden daha mı rahattır sizce. Görmezler mi sanıyoruz bıraktığı eserleri ya da viraneleri.
Dünkü yazımda yazdım ve tekrarlıyorum. En başta okunması gerekenlerden alıntıdır bu kelimeler; İnsan cahildir, zalimdir, nankördür, düşünmez, alışır, unutur, v.s.
Kendini markalaştırmaya çalışan güzel insanlara sesleniyorum, ne olur güzelliklerinizi daha fazla anlatın, kendinizi daha çok tanıtın. Sadece ailenize değil olabildiğince tüm insanlara faydalı olun. İletişime geçin, iyiyi de anlatın, kötüyü de. Siz örnek olun ki kötü örnekler sinsinler köşelerinde.
Saygılarımla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder