1- Görmedim
2- Bilmiyordum
3- Düşünmedim
4- Acelem vardı
Bu başlığın kişisel markalaşma ile ne ilgisi var diyeceksiniz şimdi. Hayatımızdaki en büyük sorunları iletişim ve algı kazaları çerçevesinde yaşamıyor muyuz? Hatta bunlardan bazıları da telafi edilemez, uzun süreli iletişimsizlik ve düşmanlıkları ortaya çıkarmıyor mu? Fabrikalar, depolar için değil de gelin bu maddeleri gündelik yaşamımıza yorumlayalım.
1- GÖRMEDİM
Örneğin, Iş makinası kullanıyordum. Aynaya baktım ama kör nokta oluşmuş herhalde göremedim, fark etmedim. Arkadaşımın ayağı kırıldı ya da canına mal oldu. -Allah korusun-
2- Bilmiyordum
3- Düşünmedim
4- Acelem vardı
Bu başlığın kişisel markalaşma ile ne ilgisi var diyeceksiniz şimdi. Hayatımızdaki en büyük sorunları iletişim ve algı kazaları çerçevesinde yaşamıyor muyuz? Hatta bunlardan bazıları da telafi edilemez, uzun süreli iletişimsizlik ve düşmanlıkları ortaya çıkarmıyor mu? Fabrikalar, depolar için değil de gelin bu maddeleri gündelik yaşamımıza yorumlayalım.
1- GÖRMEDİM
Örneğin, Iş makinası kullanıyordum. Aynaya baktım ama kör nokta oluşmuş herhalde göremedim, fark etmedim. Arkadaşımın ayağı kırıldı ya da canına mal oldu. -Allah korusun-
Yaşamımızda bazı olayların ve insanların hareketlerinin aslında ne anlam taşıdığını doğru yorumlayabiliyor muyuz? Bu insan nasıl böyle oldu, bu olayın önceden nasıl kestiremedim diye hayıflandığımız omuyor mu? Kalp ile hisstetmeyi, düşünmeyi bırakın, hayat koşturmacası içerisinde etrafımızdaki değerli insanları dahi farkedemiyoruz, kıymetini bilmiyoruz. Ya da elimize geçn imkanları, fırsatları değerlendiremiyoruz. Bakış açımızı, algımızı değişitirerek doğru sonuçlar çıkaramıyoruz. Bilincimiz o anda nerede idi, neden bu kararı verdi onu dahi hatırlayamıyoruz.
Bu "görmedim" nedeni, bana “atı alan Üsküdar’ı geçti” sözünü hatırlatıyor. Sizin göremediğiniz boşluğu birileri hava gibi doldurur. Fırsatları başkaları değerendirebilir. Kendi marka değerinizi dahi fark edemeyerek başkalarına hizmet eder durursunuz ömür boyu. En güçlü yanlarınızı, kabiliyetlerinizi keşfedip kullanamadan bu dünyadan göçer gidersiniz. Sık kullandığımız “keşke“ kelimeleri hep bu gibi kaza nedenleri sonrasında ortaya çıkar. Ben de diyorum ki, keşke hayatımızda bir çok şeyi görebilsek, bilinçli olarak farkedebilsek, kalbimizi, zihnimizi uyanık tutabilsek.
2- BİLMİYORDUM
İş makinasının bu şekilde kullanılacağını bilmiyordum. İyi eğitim almadım v.s. Maddi hasar ve can kaybına yol açabilecek bir kaza için bu bahane geçerli olabilir mi? Hele ki cana gelen her hangi bir zarar için hiç bir bahane kabul edilemez bence.
Bu madde kişisel markalaşmamızı sekteye uğratacak kazalar için o kadar önemli ki! Bilgi eksiklik sormakla, öğrenmekle, eğitimle, kaynak okuma ve araşatırma ile giderilebilecek bir durum. Fanatik takım tutmayı, geceler boyu eğlenmeyi, süslenip püslenip hava atmayı çok iyi biliriz. Fakat her nedense iyi bir cv yazmayı, sunum ya da iş planı hazırlamayı, kariyer yönetimini, ilişkilerimizdeki iletişimin dinamik yapısını, insanlara nasıl daha saygılı olacağımızı v.s. hiç bilmeyiz. Yönetici isek çalışanlarımıza sabah başlarız fırça atmaya, akşama kadar. Hatta eve gelir bir de eşimize, çocuklarımıza fırçaya devam ederiz. Her şeyi en iyi biz biliriz ya. Çalışan isek sabahtan başlarız şikayet etmeye akşama kadar hatta eve gelir eşimize de yatana kadar dert anlatmaya devam ederiz. Hani performansımız süper olduğu halde hep hakkımız yenmiştir ya.
Hadi kitap okumayı, bilgi almayı bırakalım etrafımızdaki değerli insanları dahi değerlendiremiyor, onlardan bir şeyler öğrenmiyoruz. Yani doğru örnekler peşinde koşmuyoruz. Geçmişte, tarihte insanların hem kendilerini hem de toplumlarını nasıl uçurumlara sürüklediklerini farketmiyoruz. Okumuyoruz ki. Ya da okusak da hatırlamıyoruz, unutuyoruz. Aslında her yazı, her kitap birbirinin tekrarıdır. Sadece farklı bir üslup ile insanlara aynı şeyi tekrar tekrar hatırlatmaktır. Bakın ben iş kazalarından yola çıkarak bu yazıyı yazıyorum örneğin.
Cehalet en büyük düşmandır. Çünkü insan bilmediği şeye düşmandır.
3- DÜŞÜNMEDİM
Bence en yorucu iş düşünmek, analiz etmek, hızlı ve doğru karar verebilmektir. Nasıl düşünelim ki! Okul hayatımızda düşünmeyi değil ezberlemeyi öğrendik. Aile hayatımızda anne babamız düşündü karar verdi biz uyguladık. İş hayatımızda patron hep haklı idi, düşünmek yine başkalarına kaldı. Kusura bakmayalım ama düşünme, anlama özürlü insanlar olup çıktık ortaya. İş makinası kullanıyordum. O anda orada insanların olabileceğini düşünemedim. Çizgi vardı ama onu da unuttum, düşünemedim. Güvenlik kurallarını hiç düşünmemeliyiz zaten, uygulamalıyız. Ama bu kuralların neden var olduğunu hep düşünmeliyiz ve refleks haline getirmeliyiz.
Yaşam temposu çok hızlı. Kişisel markalaşma yolunda nerede hangi konumda olduğunuzu en son ne zaman düşündünüz. Her gün sizde refleks halini almaış kaç markalaşma davranışınız var. Kariyerinizde, özel yaşamınızda başınıza bir bela gelince mi düşüncelerinizi, davranışlarınızı sorgulamaya başlıyorsunuz. Yanlışlara karşı önleyici tedbirleri en son ne zaman düşündünüz. Yoksa hep başkalarının güdümünde mi yaşıyorsunuz para için. Kişisel markalaşmanın aslında özgürlüğün ta kendisi olduğunu ne kadar fark ediyoruz örneğin.
On yıl önce böyle düşünememiştim. Doğru bazı şeyler için zamanın olgunlaştırması gerekir. Ama ya şu anda yaptığınız yanlışlar için de on yıl sonra böyle şeyler söyleyeceğinizi bilseniz ne yapardınız. Düşünün, canlandırın, on yıl sonraki kendinizle konuşun. Aman başkaları görmesin :)
4- ACELEM VARDI
Işte belki de en can alıcı "virüs". Siparişi çok hızlı yetiştirmem gerekiyordu o nedenle makinayı hızlı ve dikkatsz kullandım. Direksiyon hakimiyetini kaybettim v.s.
Hadi kitap okumayı, bilgi almayı bırakalım etrafımızdaki değerli insanları dahi değerlendiremiyor, onlardan bir şeyler öğrenmiyoruz. Yani doğru örnekler peşinde koşmuyoruz. Geçmişte, tarihte insanların hem kendilerini hem de toplumlarını nasıl uçurumlara sürüklediklerini farketmiyoruz. Okumuyoruz ki. Ya da okusak da hatırlamıyoruz, unutuyoruz. Aslında her yazı, her kitap birbirinin tekrarıdır. Sadece farklı bir üslup ile insanlara aynı şeyi tekrar tekrar hatırlatmaktır. Bakın ben iş kazalarından yola çıkarak bu yazıyı yazıyorum örneğin.
Cehalet en büyük düşmandır. Çünkü insan bilmediği şeye düşmandır.
3- DÜŞÜNMEDİM
Bence en yorucu iş düşünmek, analiz etmek, hızlı ve doğru karar verebilmektir. Nasıl düşünelim ki! Okul hayatımızda düşünmeyi değil ezberlemeyi öğrendik. Aile hayatımızda anne babamız düşündü karar verdi biz uyguladık. İş hayatımızda patron hep haklı idi, düşünmek yine başkalarına kaldı. Kusura bakmayalım ama düşünme, anlama özürlü insanlar olup çıktık ortaya. İş makinası kullanıyordum. O anda orada insanların olabileceğini düşünemedim. Çizgi vardı ama onu da unuttum, düşünemedim. Güvenlik kurallarını hiç düşünmemeliyiz zaten, uygulamalıyız. Ama bu kuralların neden var olduğunu hep düşünmeliyiz ve refleks haline getirmeliyiz.
Yaşam temposu çok hızlı. Kişisel markalaşma yolunda nerede hangi konumda olduğunuzu en son ne zaman düşündünüz. Her gün sizde refleks halini almaış kaç markalaşma davranışınız var. Kariyerinizde, özel yaşamınızda başınıza bir bela gelince mi düşüncelerinizi, davranışlarınızı sorgulamaya başlıyorsunuz. Yanlışlara karşı önleyici tedbirleri en son ne zaman düşündünüz. Yoksa hep başkalarının güdümünde mi yaşıyorsunuz para için. Kişisel markalaşmanın aslında özgürlüğün ta kendisi olduğunu ne kadar fark ediyoruz örneğin.
On yıl önce böyle düşünememiştim. Doğru bazı şeyler için zamanın olgunlaştırması gerekir. Ama ya şu anda yaptığınız yanlışlar için de on yıl sonra böyle şeyler söyleyeceğinizi bilseniz ne yapardınız. Düşünün, canlandırın, on yıl sonraki kendinizle konuşun. Aman başkaları görmesin :)
4- ACELEM VARDI
Işte belki de en can alıcı "virüs". Siparişi çok hızlı yetiştirmem gerekiyordu o nedenle makinayı hızlı ve dikkatsz kullandım. Direksiyon hakimiyetini kaybettim v.s.
Yazılı kaderimiz haricinde yaşam direksiyonu kimde, gaza da frene de basan kim? Tabi ki insanın ta kendisi. Direksiyon başkasında olabilir mi? Öyle ise bu yazıları okumaya bile gerek yok zaten, baştan kaybetmişsiniz demektir. Halk dilinde kullanılan, acele giden ecele gider gibi bir durum ortaya çıkıyor. Ya da hırs nedeni ile acele etmek. Sabrın ne anlama geldiğini, algımızın, bilncimizin de bir organizma gibi gelişitiğini göz ardı etmek.
İletişimde "duygusal zeka" ya da "empati" olarak adlandırılan olguları hep ecelemiz nedeni ile atlarız. Acelem vardı, dinleyemedim, anlamaya çalışmadım, senin şapkanı takarak düşünemedim ve sonuçta yanlış karar verdim. Kariyerimde hızlı olmam, çok para kazanmam gerekiyordu, hızlı yükseldim ama temeli sağlam olmayan bina gibi çöküverdim. Ya da temel diye güvendiğim insanlara, şirketlere aldandım, yanıldım. Baktım ki aradan yirmi yıl geçivermiş, yaşlanmışım.
En iyi analizler, en iyi planlar büyük bir ruh dinginliğinde yapılır. En doğru kararlar da olaylara sakin ve objektif yaklaşarak verdiğimiz kararlardır. Hırs, ideal, hedef gibi kelimeler doğru zamanda ve yerinde kullanılırsa işe yarar. Yoksa sahibini yakar. Daha önce yaşadığım için girişimci örneğini çok fazla veriyorum. Acele etmeyen, projesine her gün az dahi olsa bir şeyler katabilen, finansal döngüsünü az para ile dahi olsa çevirebilen girişimci başarılı olur. Hani batmak için ilk iki yılı gösterirler ya. Yanlış yapanlar ilk iki yılda zirveyi isteyenlerdir. Ütopik olamayalım lütfen. Bu aceleden dolayı neleri yanlış yaptığımızı listelersek çok utanırız.
Acele doğmayız, konuşmayı, yürümeyi, okumayı, yazmayı acele öğrenemeyiz. Çok az kişi 20 yaşında iken 60 yaşında bir kişinin saygılı davranışını, doğru algısını yaşayabilir. Tabi her yaşın hakkı verilmelidir ama ya çocukluğumuzu daha fazla yaşıyorsak, ya "ikinci karakter" denilen öğrenilmiş güzel şeyleri atlıyorsak. Yaptım oldu, olmuyor. Bir yerden patlıyor ister inanın, ister inanmayın.
Benzetmelerim, ifadelerim ne kadar doğru oldu bilemiyorum ama dünya çapında bir firmanın 25.000 metrekare kadar deposundaki neredeyse her sütunda yazılı olan bu dört maddeyi size bu şekilde sunmak istedim. Çünkü o depoda arı gibi vızır vızır çalışıyorlar. Hayatın kendisi de böyle bir hızda ilerliyor. Gözümüz, beynimiz ve kalbimiz bu uyarıyı ne kadar çok algılarsa o kadar iyi oluyor. Biz de hem çalışma masamıza, hem de evin duvarlarına mı assak acaba. Abartıyorsun diyorsanız, yaşamınzdaki abartı yer tutan iletişim ve davranış kazalarına bakın derim.
Kazasız günler geçirmeniz dileği ile.
İletişimde "duygusal zeka" ya da "empati" olarak adlandırılan olguları hep ecelemiz nedeni ile atlarız. Acelem vardı, dinleyemedim, anlamaya çalışmadım, senin şapkanı takarak düşünemedim ve sonuçta yanlış karar verdim. Kariyerimde hızlı olmam, çok para kazanmam gerekiyordu, hızlı yükseldim ama temeli sağlam olmayan bina gibi çöküverdim. Ya da temel diye güvendiğim insanlara, şirketlere aldandım, yanıldım. Baktım ki aradan yirmi yıl geçivermiş, yaşlanmışım.
En iyi analizler, en iyi planlar büyük bir ruh dinginliğinde yapılır. En doğru kararlar da olaylara sakin ve objektif yaklaşarak verdiğimiz kararlardır. Hırs, ideal, hedef gibi kelimeler doğru zamanda ve yerinde kullanılırsa işe yarar. Yoksa sahibini yakar. Daha önce yaşadığım için girişimci örneğini çok fazla veriyorum. Acele etmeyen, projesine her gün az dahi olsa bir şeyler katabilen, finansal döngüsünü az para ile dahi olsa çevirebilen girişimci başarılı olur. Hani batmak için ilk iki yılı gösterirler ya. Yanlış yapanlar ilk iki yılda zirveyi isteyenlerdir. Ütopik olamayalım lütfen. Bu aceleden dolayı neleri yanlış yaptığımızı listelersek çok utanırız.
Acele doğmayız, konuşmayı, yürümeyi, okumayı, yazmayı acele öğrenemeyiz. Çok az kişi 20 yaşında iken 60 yaşında bir kişinin saygılı davranışını, doğru algısını yaşayabilir. Tabi her yaşın hakkı verilmelidir ama ya çocukluğumuzu daha fazla yaşıyorsak, ya "ikinci karakter" denilen öğrenilmiş güzel şeyleri atlıyorsak. Yaptım oldu, olmuyor. Bir yerden patlıyor ister inanın, ister inanmayın.
Benzetmelerim, ifadelerim ne kadar doğru oldu bilemiyorum ama dünya çapında bir firmanın 25.000 metrekare kadar deposundaki neredeyse her sütunda yazılı olan bu dört maddeyi size bu şekilde sunmak istedim. Çünkü o depoda arı gibi vızır vızır çalışıyorlar. Hayatın kendisi de böyle bir hızda ilerliyor. Gözümüz, beynimiz ve kalbimiz bu uyarıyı ne kadar çok algılarsa o kadar iyi oluyor. Biz de hem çalışma masamıza, hem de evin duvarlarına mı assak acaba. Abartıyorsun diyorsanız, yaşamınzdaki abartı yer tutan iletişim ve davranış kazalarına bakın derim.
Kazasız günler geçirmeniz dileği ile.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder