- Biz çocukken anne babamız hep kavga etti ve ayrıldılar diyelim. Kardeşlerimizden de ayrıldık ve aile parça parça oldu diyelim.( Allah korusun) Ölene kadar güven sorunu yaşayabiliriz. En yakınlarımıza ve kendimize. Hep bir telafi etme hırsı ile etrafımıza saldırabiliriz. Ha bir de bunu saklarız, içimizde en derin bir yerlerde. Bu açığı başka lanlardaki başarılarla atlatmaya çalışırız. Kimse çakmasın diye. Aslında bir çok kişi bilir ve bunu o kişiye söylemkten de korkarlar. Alın size karşıklı korku filmi.
- İlk öğrenim yıllarında derslerinizin pek de iyi olmadığını ve sıfırcı ( belki de eli sopalı) hocaların tezgahından geçtiğini varsayalım. Ne aileniz destek oldu ne de öğretmeniniz. Okuldan, sınavdan, kitaptan v.s. eğitim ve öğretime dair bir çok şeyden korktunuz. Yani başarmaya kalkışmaktan bile korktunuz aslında. Karşınızda "başarısızlık" riski var diye. Buyurun size yine korku filmi.
- Küçükken bir arkadaşınızdan dayak yediniz. Mahalle çeteleri vardı ve kendinizi bir türlü ifade edemediniz. Belki ömür boyu arkadaşlık, dostluk kurmaktan korktunuz.
- Bir sesten, bir mekandan, bir kokudan korktunuz. Ve bu korkularınızı ne kimseye söylediniz, ne de kimse size sordu. Sakladınız, beraber büyüdünüz ve daha da korktunuz.
- İş yaşamında yanlış yaptınız, bir daha, bir daha yaptınız. Ve hepsinde de yol gösteren, eğiten değil de ağzını açıp gözünü yuman müdürlerle, patronlarla karşılaştınız. Ve artık hata yapmaktan korktunuz. Yine yanlış yaparım korkusu ile yeni bir sorumluluk almaktan da korktunuz. Buyurun kariyerinizin korku filmine.
- Süper zekisiniz, analitik düşünüyorsunuz, acaip yaratıcı fikirler var. Patronunuza yalakalık için değil de gerçekten şirketin karlılığı, verimliliği için öneriler sunuyorsunuz. Ya da sunmaya çalışıyorsunuz. Üst yönetim ya da orta kademe müdürler sizin gibi bir çömezi takmıyor değil mi. İşte, öneri getirmekten, fikir sunmaktan da korktunuz.
- Girişim yaptınız, batırdınız. Halbuki gemileri yakmıştınız büyük bir cesaretle ama planladığınız gibi olmadı. Aslında cahil cesareti idi ama içinizden geleni yaptınız. Sonuçta belki 2 yı çalışarak ödeyebileceğiniz bir borca girdiniz. Bir daha mı, tövbe diyerek korktunuz. Çevreniz de aynen şöyle dedi "Eeee biz sana söylemiştik" Kendinizden, fikirlerinizden, projelerinizden, yaratıcılığınızdan korktunuz.
Bu kadar korku faktörü ile nasıl kişisel marka olunabilir ki! Özelliklerinizin, kabiliyetlerinizin, güzel kalbinizin yüzde kaçını sunabiliyorsunuz insanlara. Bundan bile korkuyorsunuz, yanlış anlaşılır diye.
Hangi birini anlatayım, o kadar çok ki. Oturun, korkularınızı siz düşünün. Neredeyse hayatımızı bir korku filmi gibi yaşıyoruz. Eşimize, çocuğumuza, anne ve babamıza dahi içimizden geçeni hemen aynı şekilde söyleyemiyoruz. Uygun zamanı ve zemini bekliyoruz. Bir de bakıyoruz ki, o zaman ve zemini bir türlü tutturamayarak büyük gedikler açmışız iletişim kalemizde.
En başa dönersek, bu korkular nedeni ile içimizi dışımıza çok az yansıtabiliyoruz. Gülmüyoruz, ağlamıyoruz, sevemiyoruz, bağıramıyoruz. Belki de dinimizi de, dilimizi de, ırkımızı da, kültürümüzü de, politik görüşümüzü de, geleneklerimizi de, geleneksek kıyafetlerimizi de bir çok şeyi saklıyoruz. Çünkü ayıplanmaktan, baskı altına alınmaktan korkuyoruz. Ve maskelerle dolaşıp duruyoruz ortalıkta.
Bu korkularla, bu maskelerle, içi dışı farklı olmakla ne marka olunur ne de mutlu bir hayat yaşanır. Olsa olsa bir korku filminde ucuz oyuncu olunabilir. Şunu asla söylemiyorum. Diplomatik olmamak, akıllıca davranmamak, içinden geçen herşeyi herkese, her yerde her zaman söylemek değil demek istediğim. Bilinç altımızdaki korkularla yüzleşmek ve bu korkuların bizi yönlendirmesine izin vermemek. Nasıl olacaksa?
Bu yazı da çok korkunç oldu sanki. Ama yüzleşmek için bir kapı olabilir.
Saygı ve sevgiler sunuyorum korkusuzca.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder